tag:blogger.com,1999:blog-64027811294500699292024-03-18T22:04:59.658-07:00Bize Ahkam Diyen Edepsizdir,Ahlaksızdır!çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.comBlogger53125tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-69802449389803124932010-08-04T11:03:00.000-07:002010-08-04T11:05:59.541-07:00<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9duR5BCCjaHBsqdaUhP3SyugWjqm3xhUTJ4dz316UsWS9ylPg7FOFHBnn98PDxOL128Sg1oWg8NQFdXbXKycLOnl1uHbWpR1xm__iW2oEfz_AUiL2eRBKCRaYT-fXAWX_TVdC2In_qU4/s1600/untitled.bmp"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 239px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9duR5BCCjaHBsqdaUhP3SyugWjqm3xhUTJ4dz316UsWS9ylPg7FOFHBnn98PDxOL128Sg1oWg8NQFdXbXKycLOnl1uHbWpR1xm__iW2oEfz_AUiL2eRBKCRaYT-fXAWX_TVdC2In_qU4/s320/untitled.bmp" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5501617525715510482" /></a>çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-9453194618743382712010-08-03T12:44:00.001-07:002010-08-03T12:44:21.416-07:00KİLİSEDE DÜŞÜRDÜĞÜMÜZ KÜLDÜ YAŞAMAK"Hayat bir simülasyondur" diyor Jean Baudrillard. "Ne kadar az bilirsen o kadar çok kızarsın" diyor Bertrand Russell. "Şimdiki hükümetimiz bize birlikte yaşamayı öğretiyor" diyor Serdar Ortaç. "İyi olmak kolaydır, güç olan adil olmaktır" diyor Victor Hugo. "Fenerbahçe'nin ligde yediği son dört golün üçü hakem hatası" diyor Rıdvan Dilmen. "Beyim sana iki çift lafım var" diyor Yaşar Usta, "O laflar boy boy, seni si.." diye devam ediyor mahallenin bıçkın ergeni Salih. "Çağımız bir görüşler çağıdır" diyor Ulus Baker. "Serap çekil televizyonu göremiyoruz" diyor babam. "Büyük insanlar, tüm acılara şikayetsiz katlanırlar" diyor Friedrich von Schiller. "Acı var mı acı" diye soruyor Reha Muhtar. "Kendimizi zorbayken yakaladık" diyor Yıldırım Türker. "Oğlum üstüne bir şeyler giy" diyor annem. "Üşüdüm üstümü örtsene anne" diyor Zeki Müren. "İnsan samimiyetinin altını çizince, ister istemez üstünü de çiziyor" diyor Murat Menteş. "Playliste bi el atsana" diyor Onur'a Onur, "Çıkaralım bütün şarkıları cebimizden" diyor Devrim Dirlikyapan. "Keşke yüzümü de tarayabilseydim" diyor Charles Bukowski, haliyle "Tipimi sikeyim" diye yanıtlıyor onu Umut Sarıkaya. "Ben, bir başkasıdır" diyor Arthur Rimbaud. "Cehennem başkalarıdır" diyor Jean-Paul Sartre. "Kriz bizi teğet geçti" diyor Recep Tayyip Erdoğan, "Tanrı her zaman geometri ile çalışır" diyor onların Eflatun'u. "Yaşına başına bakmadan morlar giyinen bir kadına asla güvenme diyor" Oscar Wilde. "Kadınları anlamaya çalışacak kadar aptal olmadım" diyor Boris Vian. "Yaşamın, yapılmayan olarak kalacak" diyor Oruç Aruoba. "Protest müziğin kralı benim" diyor Emrah Dinçer, "Mümkün mertebe uzaya git" diyor Erdener Abi. <br /><br />"Seni seviyorum" diyor biri bir gün, "Peki bu bilgi gerçek hayatta ne işime yarayacak" diyorum ben.çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-16574927032432485572010-08-03T12:43:00.004-07:002010-08-03T12:44:00.470-07:00KELAMÖnce söz vardı. İki dudak arasından çıkıp, boşlukta bir yerlerde sonsuza kadar asılı kalacak birkaç kelime düşünün. Aslılı kalanlar arasından size en çok benzeyeni seçin şimdi de. Sonra alın ve sadece o sözcüklerle yaşayın.<br />Aman sen de, diyorum. Aman sen de! 21. yy’da sözler ancak bir kulaktan girip, diğerinden çıkmak üzere vardır. Sözlerin uzun tren yolculuklarının sebebi olduğu zamanlar geride kaldı. Bu bizi ancak güldürür bundan sonra. Şarkıların bizi incittiği anlar, hatırlamak istemediğimiz zamanlara denk geldi. Post modern dünya diyorum canım, sen de! Yüklediğin anlamların modası geçti, alıcı bulamıyorsun. Hiç yapmadığın bir şey yapıyorsun, ağzını pazara çıkarıyorsun, hem beğensin, hem anlamasınlar istiyorsun. Her şeyi bir arada, aynı zamanda, belki iki ayrı uçta ve sebep bulamadan istiyorsun. <br />Sözcükler acını dindirmeyecek. Sen acının yazılmış halini seviyorsun. Diyelim ki dünyanın orta yerinde aşk için ağlıyorsun, diyelim ki sen bütün dünyanın ağırlığını sırtladın, satacak birini bulamıyorsun, annen yok ve birilerine sarılmak için bahane arıyorsun, diyelim. Söz de kalsın bütün bunlar. Gerçekliğinden daha korkunç gelmiyor mu sana da? Yoksa hepsi yersizdi de, biz ağızdan çıkan birkaç heceyle mi ona vücut verdik.<br />Şurada bir ayna var. Görüyor musun? İstersen bir karşısına geç. Kendi içinde devinimleri olan bir aynadan bahsediyorum. Görmek istediğini değil, sadece olanı gösteren aynalara benzemiyor. Ben istersem tek bir ayna ile tüm gerçekliği yok edebilirim. Aynalara bakıp konuşmanın modası geçti diyemezsin, bu hiçbir zaman moda olmadı. Yüzünle konuş. Söyleyemediğin sözcükler, kendinle yeterince sohbet etmediğinden birikiyor olabilir mi? Ya öyle bakma yüzüme, ‘yüzleşme’ diyorum sana. Aynaya dön, bana değil.<br />Ben şeye şaşırıyorum. Birine dönüp diyorsun ki ‘open your heart, I’m coming home.’ Diyelim ki sen Roger Waters oldun, ‘can you help me?’ diye inliyorsun. Sözler diyoruz ya işte, etkilenmiyor. Bu bana dünyanın en tuhaf şeyiymiş gibi geliyor. İnanmakta zorlanıyorum. Sen kelimelerden oklar yapıp atıyorsun, onun içindne geçip çıkıyor, her şey kansız olup bitiyor.<br />Ben ikili yaşama inanıyorum. Ben kelimelere inanıyorum. Ben seni çocukluk hayallerimin gerçekliğine inandıramadım. Sonunda ise yine sözler vardı. Şimdi başka şarkıya geçiyorum.çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-74797308990152169922010-08-03T12:43:00.001-07:002010-08-03T12:43:25.979-07:00geldilersalon.<br /><br />artık gelmeyeceklerini sanıyordum. her şeyin içinde biraz onlardan vardı. kapı açılıp gireceklerdi içeri. şüphe bırakmayacak bir saatte. az kalsın unutuyordum, ne zaman gelecekleri söylense, bir gizemli hava eserdi. onlar. yani canım, onlar.<br /><br />hobo: geldiler efendim.<br />efendi: kimler?<br />hobo: onlar canım.<br />efendi: kimlerden bahsediyorsun? bazen anlamsız şeyler söylüyorsun hobo.<br />hobo: siz onları bilmiyor musunuz?<br />efendi: siz çok garip bir adamsınız. niye sizi dinliyorsam artık?<br />hobo: peki. siz onları bilmiyorsunuz. nasıl olur? oysa onların hikayeleri hep anlatılırdı, şehrin büyük kapısından girecekleri söylenir. nasıl olur?<br />efendi: siz... siz gerçekten... ne diyeceğimi bilemiyorum. lütfen bu konuyu kapatır mısınız?<br />hobo: neden birden kibarlaştınız? siz de onlardansınız. insanları kibarca küçümsersiniz. temkinli bir şekilde.<br />efendi: sizi küçümsediğimi de nerden çıkardınız?<br />hobo: halen devam ediyorsunuz 'sizlere'. <br />efendi: peki! seni dinliyorum. kimlermiş onlar?<br />hobo: ben alıngan bir insanım, biliyorum. bu alınganlığım sıkıcı bir insan olmamın da sebebi. neyse efendim geçelim. sahi merak ediyorsanız onları, anlatayım size onları.<br />efendi: dinliyorum, demek geldiler, o halde onları bilmemek olmaz!<br /><br />(hobo masanın üzerine çıkar, sağ kolunu bir şey tutuyor gibi yapar, sağ dizini de hafifçe kırar, sol ayağına yüklenerek ayakta durur, başı kibirli bir tasvire uygunca diktir.)<br /><br />hobo (didaktik bir edayla): onlar bu dünyayı güzelleştirecek olanlardır! her insanın istediği şeyi vereceklerdir. tatmin olmayan kimse kalmayacaktır, kimse! biri komşusundan mı memnun değil? hemen memnun edecek bir komşu verilecek. mutsuz mu insanlar? insanlar mutsuz mu? mutluluğa doyacaklar. onlar geldiler efendim. evet işte onlar! tanıtıyorum onları size! işte YÜCE O, insanları boş oturmaktan kurtaracak kişi, can sıkıntısını alacak kişi, kahkahaları getiren YÜCE O, sana şükürler olsun! şükürler olsun, verdiğin nimetlerle bizleri zevk alemlerine daldırdığın için.<br />efendi (hobo'yu gömleğinden çekerek) : inin lütfen masadan!<br />hobo (efendiyi duymaz): geleceklerini söylemişlerdi! kimse inanmamıştı! aslında inanıyorlardı, inançları zayıf olduğundan buna ihtimal vermiyorlardı -bu ihtimale en çok inancı zayıf olanlar seviniyordu! heyhat! çocukluğumdan beri onların masalları ile büyüdüm, biliyordum geleceklerini, biliyordum! geldiler işte!<br />efendi (bağırır): lütfen inin masadan! kendinize gelin! kendinize!<br />hobo (sesini iyice yükseltir): ha-ha! işte geldiniz! hoş geldiniz! selamlar olsun sizlere. nasılsınız? ben iyiyim gördüğünüz gibi. sizleri beklerken hiç yaşlanmadım. ha-ha! sahi neden bu kadar geç kaldınız? affedin, bağışlayın sizleri sorgulamak benim ne haddime! nasıl ne haddime canım? nerdeydiniz ha? ben sizi bekledim, en çok ben bekledim, neden gelmediniz bunca zaman? neden 'sizler'? ha-ha-ha!<br />efendi (masaya çıkar): hani nerdeler?<br />hobo (efendiye döner): kimler? neden bahsediyorsunuz siz? (şaşırır).<br />efendi: onlar canım, hani nerdeler?<br />hobo: onlar mı? ha onlar canım, çok beklerseniz onları! (salondan çıkar gider).<br /><br />efendinin çalışma odası.<br /><br />ben birkaç hikaye biliyorum. anlat diyorlar anlatıyorum (bazen abartıyorum özür dilerim). nedendir bilinmez beni dinliyorlar. onlara hikaye lazım. seyircilere hikaye lazım. insanlar dinlerler, şaşırmak için, kıskanmak için, öykünmek için, küçümsemek için, ağızlarını bükmek için, bazen başlarını sallarlar; ben o anda heyecanlanarak hikayelerime devam ederim. o anda yaşamadığımı kim söyleyebilir? yaşamak bahsini açmamalıyım, önemli bir şey söyleyeceğim sanılıyor, sanılmasın, yaşamak işte canım, öylesine bir şey. değildir belki. güzel şeyler düşünmeliyim artık. evler, arabalar, aşklar, sıcacık şeyler. neden düşünmeyeyim? hem bunları kimse küçümsemez, takdir edilirim. ben de takdir edilirim elbet, güzel düşündüğümde. güzel. ama neden iyileri kötüler daha çok sever? kötülerdir asıl sevenler, belki yanılıyorumdur, iyiler sevemez, iyilerin sevgisinde acıma vardır, kalplerinde bir yumuşama vardır, oysa kötülerin kalpleri? yoktu değil mi? kalp konusunu da açmamalıydım, duygusal bir şeyler söyleyeceğim sanılır, sanılsın canım, şu anda kimse duymuyor bunları (tabii canım). efendi bana bakıyor, baksın, susmak iyidir, hem sustuğumuz söylenemez, o da konuşuyor kendi içinde, ben de, böyle konuşanları rahatsız etmeyeceksin! bu adamla iyi susuluyor ha, düşünmeye zorluyor seni bu suskunluk, beni.<br /><br />efendi: o kadın, hani anlatmıştın, sahi nasıl tanışmıştınız?<br />hobo (sonradan duymuş gibi): şey... (zaman kazanır) tanıştığımızı nerden çıkardınız? ben öyle bir şey söylemedim.<br />efendi: hiç tanışmadınız demek. seni iyi dinlememişim! hmm...<br />hobo: evet. (hmm evet)<br />efendi: anlatsana onu?<br />hobo: o ne kadar çabuk anlatılabilen bir hikayeye dönüştü sahi. önceleri boğazımda bir şeyler düğümlenirdi, hayalimde canlananlar da büsbütün beni hüzünlendirirdi, sonra onu anlatmayı öğrendim efendim. hep anlatır oldum, anlattıkça onu değil, o'nun hikayesini sevmeye başladım.<br />efendi: bu hikayende masaya çıkmak yok değil mi?<br />hobo: hayır efendim, yere kapanarak anlatacağım onun hikayesini (güler). onun hatırasına saygı da kusur etmemeliyim.<br />efendi (gülümser): nuktedarlığın üstünde, sen nasıl gülüyordun, 'ha-ha!' mıydı?<br />hobo: evet efendim. ha-ha! gülemeyenlerin gülümsemesi. gülümsemek neden mistik bir çağrışım yapıyor efendim? neyse, buna sonra döneriz! başlayalım ona. zaman vermeyeceğim (hatırlamıyorum doğrusu). onu ilk kez, evimin üç sokak aşağısında bir markette gördüm. akşam üzeriydi (hava da şöyleydi desem mi acaba, boşver), düşük kalorili atıştırmalık bir şeyler alıyordu sanırım, ya da onun zarif bedenine bunları uygun görmüş olabilirim, önce her kadını uzaktan seyrettiğim gibi onu da göz ucuyla seyrettim, sonra o benim bulunduğum tarafa doğru yöneldi, bakışlarımı hemen kaçırdım (nereye?). bir an benim ona baktığımı gördüğünü ve bundan rahatsız olduğunu sandım ve beni uyaracak sandım -bazı seyretmelik kadınlar böyle yapabiliyorlar efendim. beni görmedi bile. ha-ha! sonra (sonra mı?), tekrar o etrafına bakınmaya başladı, bir şey arıyordu sanırım, çalışanlardan birine sormayı düşünmüyordu, daha da sevdim onu (saçma). birden ben ona bakarken, o da bana baktı, sanki şaşırmış gibiydi, yüzünde öyle sevimli saf bir ifade vardı ki, gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu (ya da ben öyle sandım), bakışlarımı kaçıramadım, birkaç saniye bakıştık (liseliler gibi). içimde bir şeyler akmaya başladı, ben böyle bakış, böyle yüz ifadesi görmedim efendim! yemin ederim görmedim. kimse bana böyle bakmamıştı, ben de ilk defa gözlerimi kaçırmamıştım.<br />efendi: ve aşık oldum deme sakın!<br />hobo: biliyorum, böyle saçma aşk olmaz efendim. bir ifadeye aşık olunmaz değil mi? olunmaz tabii, bir fotografa aşık olmak gibi olur. böyle söylediğime bakmayın, günlerce bu bakışı düşündüm ben, bir türlü kafamdan atamadım bu şaşkın, saf, sevimli ifadeyi, bir yüze bu kadar ifade nasıl sığar efendim? hem de benim gibi bir adama bakarken?<br />efendi: sonrasında ne oldu?<br />hobo: hiç! tabii oldu bir şeyler ama sonuç olarak 'hiç' tabii. bilirsiniz ben 'sonuç olarak hiç' derim hep. onu takip ettim efendim, evini öğrendim, evimden üç sokak ötede iki katlı müstakil bir evde oturuyordu. bahçesi vardı. bahçe kapısı camii kapıları gibi üst tarafı kavisliydi. evini de sevmiştim. bahçesini de sevmiştim. ben onun her şeyini sevmiştim (oha).<br />efendi: en azından aşkınız için çaba göstermişsiniz! ha-ha!<br />hobo: evet efendim, onu takip ederek, ne yapar ne eder öğrenmeye çalışarak ona olan aşkıma sadık kaldım. bir ara çok sıkıldım bu uğraşıdan, uğraşı dediğime bakmayın benim gibi bir avarenin uğraşıları da böyledir. gönül meseleleri efendim. bir bakışın peşinden gitmek.<br />efendi: sen, sen kelimelerin yetersiz kaldığı adamsın hobo!<br />hobo: biliyorum efendim. biliyorum. olsun aşk böyle de olabiliyor işte. biliyor musunuz onu ben terkettim. ha-ha! sıkıldım dedim senden, hakkında daha fazla şey bilmek istemiyorum dedim, cumartesileri evden kaçtan çıkarsın önemi yok dedim, o markete de lanet olsun dedim, şaşkın-saf-sevimli bakışını da istemiyorum dedim, tabii kendime.<br />efendi: eğlenceli de olabiliyorsun!<br />hobo: masaya çıkayım mı? ha-ha-ha! işin aslı onu bir adamla gördüm. yan yana yürüyorlardı.<br />efendi: sevgilisi miydi?<br />hobo: bilmem. bana düşmez dedim, benim aşkıma ihanet eden bir kadına nasıl güvenebilirim efendim? bir adamla yürüyemezsin dedim akşam vakti, terkettim onu.<br />efendi: masaya çık! masaya!<br />hobo: eğlenceliyim eğlenceli! masa! masa da masaymış ha! (kaybolur)<br />efendi (kaybolmadan önce): bu adam deli!çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-29680726701336372642010-08-03T12:42:00.000-07:002010-08-03T12:43:04.059-07:00Bir şiir ve hikayesi... <br />Bütün hepsi bir kızla oynadığım güzel bir oyundu, bütün sözcükler bir öncekinin doğurduğuydu. Sesi çok güzeldi, ben sözcüklere değil sesine yazmıştım şiirleri. Şiirler sesi kadar güzel değildi, hiçbiri ne sonuçtu ne de bir problemdi...<br />Sonra bir çocuk gördüm, çocuk kenarda oturmuş,kenarda ağlıyordu... Sanırım Çeliktepe'ydik. Çocuk 'benimle oynamıyolar anne' diyordu. Sanki oyundan atılan iki kişiydik...<br />İkimizde oyuna alınmamıştık...<br />29.05.2008 <br /><br />‘‘Benimle Oynamıyolar Anne!’’<br /><br />Deniz<br />Milyon defalarla dolu cümleler bulup, gelip,<br />Atlar geceme… Ve dolu ve boş ve dolmak istercesine<br />Sarılır, öper, saklar beni bi’şeye<br />Ben membasında boğulur, cümleler ayıklarım<br />Döner, taşar, dolanır, yine ona sarılırım<br /><br />Yakın<br />Aklımın labirentlerinde dev bir pinpon topu<br />Dolanır dolanır da bulamaz yolunu<br />Bilmezsin, etin nüfuz eder kemiğime<br />Deprem denen söylenti, işte o an icat olur<br /><br />Yetinmek<br />Şükürlerle sokulurum kıvrımlarına<br />Ve her seferinde tövbelere dokunurum<br />Olmayacak dudağa âmin dedim ben<br />Bu son söylediğim dudağımı kavurduğundu.<br /><br />Huzur<br />Gece lacivert bilirken siyahı<br />Boylu boyunca bir alaca aramızda<br />Ve terkedilmiş kentlerin kurmacasıyla<br />Başı sonu bilinmez saten bir gece iner<br />Nefesini işitirim, sözcüklerin adı düşer…<br /><br />İnsanlar<br />Tanyelinden sonbahara<br />Tek gidişlik bir vagon kalkar<br />Var gücümle artık uçurumda <br />Aklımda bir kabilenin telef oluşu var<br /><br />Sahte<br />Terbiyesiyle giyinir, <br />Neticesiyle cüretkâr, ihtişamdır o, dünya nimet toz değdirmez.<br />Lakin o da düşebilir, uçabilir, çıkabilir de üstüme.<br />Kendinden de geçer ama vazgeçiremez kendimden.<br /><br />Ego<br />Eskiz bir aşkın taraçası,<br />Galibiyet telaşıyla dolanırken arenaları<br />Okşanma arzusudur bu.<br /><br />Kurban<br />Şuurum, aklımı yüzen suretlerin yüzer derisinde.<br /><br />Sinir<br />Başka başka tanımlarsın beni…<br />Üleşip saçılıp yolumu buldurursun <br />Yaparsın bozdurursun bozarsın oldurursun<br />En hassas yerlerim bilinir, bilir de en çok sen unutursun<br /><br /><br />Heves<br />Ben o kırsal kenti senin için boyadım<br />Buldum bir sürü şarkıdan sana bir tane sözcük yazdım<br />Sor o kelebeğe, telaşıyla bekledim seni…<br />Bir sürü parmağın vardı senin, ellerim bir sürü olsun istedim…<br /><br />Balon<br />Gözlerine sis düşünce<br />Toz rengi oluyorsun.<br />Düşme!<br />Düşersen bütün evcil hayvanlar irkilir<br />Aynamda vahşi yangılar alevlenir birden<br />Ve aniden tüm raylar gerilir<br />İsmini kemiririm.<br />Adın bir gezegene verilir<br /><br />Nar<br />O siyah fonda tuttuğum,<br />Sıktığım, içindeki sıvıyı akıttığım<br />Lekesi üstümde asırlarla yaşlanacak<br />O tozlu zerre, o en küçük kandamlası…<br />Ve aslında aklımın en büyük saplantısı;<br />Sadece bendim.<br />Bütün kurbanlarıma açıklıyorum:<br />Ben Kendimi Katlettim.çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-16457503477655769162010-08-03T12:41:00.000-07:002010-08-03T12:42:24.847-07:00Devrimci Etiğim Yok Benim“Devrimci etiğim yok benim”. Bu cümleyi küçük Emrah tadında söyleyince ne kadar da anlamlı oluyor oysa. Gerçekten de yok mu böyle bir şey? Yani bunca afra tafra neye peki? O kadar da keçi sakal bırakıp koyu giyiniyorum. Ulan doğru düzgün yıkanmıyorum bile, daha ne yapayım????<br />Yok yok, aslında bu kadar da değil. Yani her şey üniversitenin zorlaması. Ne güzel lisedeyken kuvvacı olmayı sosyalist olmak sanıyordum. Ülke bölünüyordu falan, dinciler çok kötüydü, başörtülüler örümcek kafalıydı falan, sonra ne bileyim yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa adın yazılacak oraya buraya dedikten sonra heheyytt devrim yapacağız modunda takılırdım. Ne gerek vardı yani üniversiteyi kazanmama.<br />Neyse kazandık da ne oldu. Aslında tüm suçlu Tomris Giritlioğlu. Hatırla Sevgiliymiş!! Hiç mi düşünmez özeniriz ederiz diye. Al işte oradaki Deniz’i oynayan yağız delikanlıya özenmiştim, o esmer, ben de esmersem ona benzeme ihtimalim var diye düşünüyorum. Ha bu arada o yağız delikanlı etrafında dolaşan 60 model mini etekli kızlar da çok güzeldi.<br />Neyse solcu olmak istiyordum. Artık eski sosyal faşist haaaalimmmdennn eser yok şimmmdiii. Diye şarkı söyleyebilecek haldeydim. Savunmam da hazırdı “resmi eğitim insanları alternatifsiz kılıyor.”. Bir şey yapmalıydı. Okumalı mı? Aman ne gerek var, külliyat mı dayanır okumaya. Daha hızlı bir şey ama ne???<br />Bulmuştum. Kendimi örgütledim. Solcucu oldum. Deli gibi örgütüme hizmet ediyordum artık. Afiş bile asıyordum. Afiş asmak benim için dünyanın en asli göreviydi. Hatta bazen yazı bile yazıyorduk, etkinlik yapıyorduk. Ahh bunları dikkate almayan apolitik gençler, onlardan tiskiniyordum artık. Aslında adını bile bilmediğim insanların isimlerini afiş olarak asmak yazmak falan ne bileyim garipti. Tipine göre anlıyordum kimin ne dönemden olduğunu. Eğer kalın ve kloroplast gözlük varsa ve saçlar Erol Büyükburç gibiyse Deniz Gezmiş Öncesi, biraz daha modern kesim ise 80 öncesi, saç sakal birbirine karışmışsa 90lar ve 80lerden insanlardı resimdekiler. Aman hepsi de birbirine benziyordu. Alex de Souza yoldaş ölümsüzdür diyebilecek modaydım.<br />Devrimcilikten aldığım hazzı başka hiçbir şeyden alamıyordum. Belki biraz futbol ama yok yok yine de devrimcilik en iyisiydi. Ahhh şu okulumun garip insanları keşke onlar da devrimci olsalar beraber devrimcilik yapsak. Ama anlamazlar ki, onlar gitsin Hatırla Sevgili’nin okula gelen oyuncularıyla söyleşi yapsın. Ulan acaba Beren Saat gelmiş midir?çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-76118306439735203182010-08-03T12:40:00.001-07:002010-08-03T12:40:56.844-07:00Telafi Etözür dilerdim <br />eğer kendimleysem ve elimde<br />bir lades kemiği varsa..<br />çatlayan aynada görülen kırık bölük görüntüm <br />bana çok manalı bir oyun oynuyorsa<br /><br />karanfile benzeyen bir bakışla terk ettiysem mekanın buğusunu<br />duvarda duran durmuş saate bakarken, özür dilerdim beyaz kağıdın aklığında<br />bekaretini koruyan sancılı mevsimin doruğunda <br />seni öldürmek olsa olsa şiirdir<br />asla korkutamam bununla içimdeki çocuğu, iksir bozulmuştur, bıçağın temasıdır yağan kar<br />mükemmele yakın kıvrımlarıyla dudaklar<br />yarasa burcunun günlük yorumlarıyla öpülür<br />özür dilerdim<br />eğer kırılmışsam nehrin kıyısında<br />oturmuş ve ayaklarım gitmiyorsa sessizlik hala bozulmamışsa ellerim titrerken kelimeler çok yüksek bir ağaçla aynı manzaraya düşerken… denize ulaşmayan boşluktan, kemirgen bir maviden uzun, fena halde zeytine benzeyen yüzün…<br />zahmetsizce kuyuları dinler ve elektriği iletiriz, zahmetsizce büyülenir ve duvarlarda konuşuruz<br />lüzumsuzdur sakin kalmak telafi etmeye çalışmak manevra aşklarla üstümüzü örtmek üstümüzü örterek uykuya dalmak, aniden, kitabi kabuslarla ıslanmak lüzumsuzdur, arabalara atlayıp keskin virajlarla birleşmek, kan bağı ile tuş etmek aramızdaki yabancıları<br />devir bu devir deyip tanrının ağzıyla konuşmak, omuzlarda dolaşmak sırtlarda katil olmak etleriyle anlamlı kadınlarla kana kana dalaşmak kana kana sinsi sinsi terli terli onlara sokulmak olsa olsa bilim-kurgudur<br />sessizlik hala bozulmamışsa ellerim titrerken<br />kelimeler jilet gibi uçurumla aynı manzaraya düşerken zahmetsizce kuyuları dinler ve elektriği iletiriz<br />böyleyken cennet lüzumsuzdur<br />orta çağdan bahsetmek ayrılığın derin edebi konumlarında iç burkmak maskeleri hazırlamak masaları hazırlamak masalarda coğrafyanın tesellisini yapmak coğrafyanın kararını almak lüzumsuzdur<br /><br /><br /><br />endişeleriyle sarhoş şairler gibi acısına tanrısındır onların kendilerine linç diyenlerin <br />sorarsın menzille ve emsalle <br />neredeler, bir cin saatinde <br />o lambanın içinde değillerse eğer<br />hayat veren derin kesiklerle adamlar tanrılarından <br />minvallerini örtmek için yapraklarını istiyorlar<br />geçmiş bir pastane camekanında geçerken<br />bir peruk beyazında keşfe çıkmışken ellerin yordamı büyük cenin camiasında<br />orospular orospudur şairler şair pazarcılar pazarcı ağrılar ağrıdır <br />taklaya gelmiş bir şefkatle odalardan birinde saklanırsın, arkadaşlıklar arasında kalan muntazam gizli tarihle, birileri sevmez çünkü içindeki devrimi<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />özür dilerdim, eğer kendimleysem <br />elimde bir silah varsa <br />ve karşımdaki ayna kadar düşmansa<br />bana kendim kadar manalı bir oyundaysa<br /><br />şiddetiyle meşgul melekler gibi konumundan memnun <br />ağaç bakışıyla feza duruşuyla ilkel <br />ve bi miktar yanlışsındır<br /><br />şöhretin vukuatlıyla yuvarlanmış <br />camekanlarıyla donuk lanetin zehir uçlarında geriye doğru saymanın anlaşmalı patlamasında<br />aşkın dişlileri var mükafatlı kan var işaret diliyle anlaşan tanrılar var<br />sanayi ortasında yaz mevsimi deniz içinde deniz atları <br />su verdiğim çiçeklerin sabah uyanışları gibi <br />et’in ince kederi gibi<br />kapalı kutularla meşguller<br /><br />biz de geçiyoruz işte <br />kemikleriyle anlamlı adamların <br />ayrı ayrı çözülen kimliklerinden <br />lüzumsuz dirençlerini sorgulamak doğrularını çarpıtmak <br />işte bu suya dalma! onlara ıssız adalar iki kelimelik emirler verme<br />varsa biraz şarap iç <br />yoksa denize gir <br />isyan inceliktir zamanın varsa<br />yoksa hiç boşuna yeltenme adil olmaya<br /><br />şöhretin ve tesadüfün beş kuruş canlarıyla<br />döndüğün şehirlerden asla utanma!<br /><br />soruyordun menzille ve hüzünle<br />neredeler, bir cin saatinde<br />o lambanın içinde değillerse eğer <br />ve aşık olmamışlarsa nasıl ölmüşler<br />…çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-68679301997993271422010-08-03T12:39:00.000-07:002010-08-03T12:40:15.679-07:00albayım benzen mi dediniz? [mini bilimkurgu öyküsü]antalya'da bir alman turistin esmer güzeli bir türk kızıyla ilişkisi olduğu, kızın ailesi tarafından öğrenildi. yıl 2039. kızın ailesi alman turisti konyaaltı'nda kurşunladı. olaydan bir gün sonra bavyera eyaletinde, nünberg'de almanlar bir türk ailesini kurşunladılar. alman hükümeti ile türk hükümeti restleştiler. BM araya girmeye çalıştı ama almanlar izmir'in güzel kızlarına almanca-türkçe (alamancı şivesi ile) küfürlü şarkı yapması üzerine, türkler antalya'da 8 alman'ı öldürüne kadar dövdüler (öldüler). almanya savaş açtı. ağustos 2039.<br /><br />albay callahan brother'ın dudullu'daki karargahı ve binbaşı hobo.<br /><br />hobo: albayım almanlar çamlıca'yı ve kayışdağı'nı ve de boğaz'ı ele geçirdiler. çamlıca ve kayışdağı'na ışın kalkanı koydular. uçaklarımız ve füzelerimiz işe yaramıyor.<br />albay: kahretsin. onların saldırmasını bekleyeceğiz. bir aya kalmaz yiyecekleri bitecektir. biz de küçük çekmece ve dudullu sathından ayrılmayacağız. askerlerimizin morali nasıl?<br />hobo: efendim, metallica konseri var ali sami yen'de. boğaz almanlar tarafından kapatıldığından, anadolu yakasında kalanlar konsere gidemiyorlar. askerler çok gergin, kendi aralarında wall of death yapıyorlar.<br />albay: söyle onlara bir yerlerini incitmesinler. birbirlerine artistik hareketlerle girmesinler. dinlensinler.<br />hobo: emredersiniz albayım. (çıkar gider)<br />albay: ne yapmalıyız? bu duvarı aşmalıyız. ışın kalkanı ne ile eritilir ki? bir kimyasal bu işi halleder (telefonla hobo'yu çağırır)<br />hobo: albayım, emirlerinizi ilettim, şimdi radiohead dinliyorlar, sanki hepsini sevgilisi terketmiş gibi acılara gömüldüler.<br />albay: boşver onları. ışın kalkanını aşacak şeyi buldum. benzen!<br />hobo: albayım benzen mi dediniz?<br />albay: evet. ışın kalkanını bu şekilde eriteceğiz. çabuk bize benzen bul.<br />hobo: ama efendim benzen kansorejendir. savaş kurallarına aykırıdır. kimsenin kanser olması....<br />albay: dediğimi yap binbaşı!<br /><br />benzen dolu savaş uçakları albay callahan'ın emrini beklemektedir.<br /><br />albay: onlara söyle, dikkatli olsunlar. bostancı ve üsküdar'a bir zarar gelmesin. fikirtepe'ye ve yenisahra'ya pek dikkat etmeseler de olur. arada onları da çıkarsınlar, bu gizlidir sadece bir kaç güvenilir adamımız bu işi üstlenecek.<br />hobo: emredersiniz albayım (karargahtaki telefonla askerlere multi mesaj gönderir)<br /><br />ışın kalkanı eritilir. almanlar savunmasız kalırlar. ekim 2039.<br /><br />albay: askerlere taarruz için hazır olmasını söyle.<br />hobo: efendimiz çok başarılıydınız tebrik ederim (bu sırada multi mesajla askerlere taarruz emri verir).<br />albay: kimya laboratuarında bir arkadaşım benzen içine düşerek can vermişti.<br />hobo: ne talihsiz olay. başınız sağolsun efendim.<br />albay: bu savaşı o arkadaşıma ithaf ediyorum. onun için kazanacağız. yürü binbaşı, savaşa!<br />hobo: savaşa!<br /><br />hobo ve albay savaş meydanında.<br /><br />hobo: efendim dikkat!<br />albay: son anda hobo! artık sana bir can borçluyum!<br />hobo: canım size feda efendim.<br />albay: almanları oliver kahn'dan beri hiç sevmezdim! savaşı onlar başlattı, biz bitireceğiz!<br />hobo: efendim bu sözünüzü günlüğüme yazacağım! gelecek nesiller sizi bu sözünüzle hatırlayacaklar!<br />albay: hamasi sözlere gerek yok binbaşı! başına dikkat et! hell bloody yeah!<br />hobo: albayım?<br />albay: gençliğimde ben de metalciydim.<br /><br />alman donanması ve karadaki birlikleri yok edilir. kasım 2039. albay ve hobo, albay'ın bostancı'daki evinde.<br /><br />hobo: efendim, almanları yenmiş olmak hiç hoşuma gitmiyor.<br />albay: neden binbaşı?<br />hobo: efendim, yıllarca onlar yenilince biz de yenildik, onlar yense biz de yenmiş sayılacaktık. yine onlar yenildi, biz de yenilmiş sayılır mıyız acaba?<br />albay: kalk git burdan hobo! sarhoş oldun değil mi? benzen boca edeyim mi başından aşağı, ayılırsın belki?<br />hobo: bağışlayın albayım, ama mantığım bu durumu bir türlü kaldıramadı.<br />albay: evet, kazandık ama kaybettiğimiz birçok şeyde var, haklısın. benzen boca ederken çamlıca tepesi ve kayışdağı eridi. birleşmiş milletlerden, nato'dan ve avrupa birliğinden çıkarıldık. ama kazandık!<br />hobo: yine almanlar kazanmış gibi görünüyor.<br />albay: al sana benzen, seni alman hayranı zavallı!<br /><br />ADEMLERçingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-8473847877204384522009-12-27T09:00:00.001-08:002009-12-27T09:02:35.589-08:00buluştuk!<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhnAHxd1DFWL31pKtJTX5VJpEemoRDkdfThXhVTK7pyIkC0JmpR27uQKo2e7IJn2a8Wv0NhE-ng531uNxy87zIfTgRwLAHMwtNVTUvqXJmgkzGAUM5wPJyjCqsSTVoROrxXhbR3ITkodHk/s1600-h/CIMG2827.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 240px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhnAHxd1DFWL31pKtJTX5VJpEemoRDkdfThXhVTK7pyIkC0JmpR27uQKo2e7IJn2a8Wv0NhE-ng531uNxy87zIfTgRwLAHMwtNVTUvqXJmgkzGAUM5wPJyjCqsSTVoROrxXhbR3ITkodHk/s320/CIMG2827.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5419962346838591554" /></a>çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-79283842116720811402009-12-22T12:49:00.000-08:002009-12-22T13:07:20.937-08:00BULUŞUYORUZ!26 Aralık Cumartesi günü Saat 15.00'de Taksim Uykusuz Kafe'de bir dergi buluşması düzenliyoruz. Tüm okurları ve siz sevgili dostları bekleriz. <br /><br />adres: küçükparmakkapı sokak no:15 Beyoğlu/İstanbulçingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-11232583830660944892009-12-18T14:08:00.000-08:002009-12-18T14:15:28.433-08:00SAYI 5<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEju_iuIsHz3MezIy9AHNK6al_8j_J_V7q08NgJrsAuhW_J3aPZZnZa_eYL9XUYkaM3EwHGFdyGJBhG38bSJ5wxeMdek1ISs3NWQq21uwG2ihp6hYlIs_7Jregb4ecDsujbdKDkvUwYrEZc/s1600-h/kapak5jpg.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 302px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEju_iuIsHz3MezIy9AHNK6al_8j_J_V7q08NgJrsAuhW_J3aPZZnZa_eYL9XUYkaM3EwHGFdyGJBhG38bSJ5wxeMdek1ISs3NWQq21uwG2ihp6hYlIs_7Jregb4ecDsujbdKDkvUwYrEZc/s320/kapak5jpg.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5416703285925341218" /></a><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj13nW4Q9F_MCIQ9tPqsPpAkfpUne3AD_BmDAwGL7m4xwM2hENZKxfNx-ruOatUmGGyeqKprAZp52ddZisaOi4b_GQhBC0z68ghshGEuwvEpByHOhz4VI_SxnpwF8z7rwPmjXdLwJt8fR0/s1600-h/final2-300x288.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 300px; height: 288px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj13nW4Q9F_MCIQ9tPqsPpAkfpUne3AD_BmDAwGL7m4xwM2hENZKxfNx-ruOatUmGGyeqKprAZp52ddZisaOi4b_GQhBC0z68ghshGEuwvEpByHOhz4VI_SxnpwF8z7rwPmjXdLwJt8fR0/s320/final2-300x288.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5416701938307856626" /></a>çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-91595821701467362222009-12-18T14:03:00.000-08:002009-12-18T14:08:27.661-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyXSsDS1yffReGXakvCJdg1aItorlFZ7aafN5hcpD52m8tpJufl41ADLW2u21Cm3CvRBF85GzgZJptIl0z9q0hfNGs7n6JyCCzK4_sEecX3KYUfiw1qdJyAryQIcasUEHQ3vlOrHMr5bw/s1600-h/devrim-gemi1.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 218px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyXSsDS1yffReGXakvCJdg1aItorlFZ7aafN5hcpD52m8tpJufl41ADLW2u21Cm3CvRBF85GzgZJptIl0z9q0hfNGs7n6JyCCzK4_sEecX3KYUfiw1qdJyAryQIcasUEHQ3vlOrHMr5bw/s320/devrim-gemi1.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5416700789878846210" /></a><br /><br />O kadar çok makus gemi var ki ardımızda, hiçbir zaman, belki hiç yıkılmamış, derin değil de ılık sularda, fakat hiç mevcut bulunamamış güvertelerinin saçaklarından bir bir düşen tilkileri açık bir kanıt olmaksızın; çürümüş veya olacak şeyi anlamak, kestirmek; yalnız hissedememek; miskin, soysuz yolcularıyla kendilerine korkak; hani ölgün, o kişilere mahsus rezilce büyüklenmelerle mahcup… ziyadesiyle gururdan içleri ifadesiz, ancak daima maharet kazandırarak ilerleyen işaretsizlikleriyle şu zihinlere ağır fakat gene de hissizce yazdırılan ve beyhude yere gayret ettirilen bu yavan debelenmelerle sanki; hiç yokmuşçasına yazdırılırken tarih, niçin o büyüklerin(!) hep mağrur, güzide(!) rüyaları okutulur.çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-46618981692579846612009-12-18T13:58:00.000-08:002009-12-18T14:01:39.320-08:00HOBO’NUN SON GÜNLERİ: DURUN NEFESİ NORMALE DÖNDÜburası tam olarak giderayak "şu mektupları da bırakayım" diye düşündüğüm yer. şu yaştan sonra anneme babama karıma mektup yazdım ya, helal bana. çok duygusal şeyler yazdım gibi, yazım da kötü, pek duygusal gelmeyebilir. biçim de önemli tabii. şekil de önemli. karımın şekli de önemliydi, gençken. güzel bir kadındı. güzeldi evet, başka da bir şeyi de yoktu. zaten hiçbir şeyi olmayan insanlar arasında, diğerlerine nazaran bir şeyi olan insanları seçmeye meyilliyiz. "en azından güzel". bu bile mutlu edebiliyor insanı, yani beni. mektuplara başlarken çok sıkıntılıydım, yazacak bir şey yok gibiydi. çok ince düşünülmüş bir şeyler yazamayacağımdan korktum durdum, zaten yazamadım da. onları duygulandıracak, kaygılandıracak, üzecek bir şeyler yazamadım. ama yazdım. iyi ettim. mektupları bitirdikten sonra iyi ettiğimi düşündüm. ferahladım.<br /><br />bir tek soruya cevap verdim. o soru sorulmamıştı ama ben cevap verdim. sorulmazdı da, kapatılırdı bu meseleler. bu meseleler derken? aslında meseleler yok, tek bir mesele var. mevzu. mevzu deyince de lisedeki arkadaşlarım aklıma geliyor, mevzu evet. tek bir mesele vardı, tek bir soru var şimdi. bunca zaman bir tek mesele üzerine düşündüm, sinsice, korkakça, bazen deli gibi, bazen de işinde gücünde bir adam gibi. mektupla duyurdum onlara, mektuplara insanların hala saygısı var. hala ciddiye alınan bir şey, ben de ciddiye alınmak istiyorum. konuşsam o kadar ciddiye alınmam, itirazlar yükselir, saçmalıyorsun denir. bir şeyler denir elbet, bastırılırım hemencecik. mektubu iyi akıl ettim ha. insanları savunmasız yakalamak gibi, mektup da öyle bir şey. bıraktım kaçtım. onlar düşünsün artık. ben özgürüm artık, ben kendimi anlatarak özgürleştim. rahatladım yahu, artık içimde duranlar öylece durmuyor, onları ifşa ettim. kimse bana "neden böyle düşünüyorsun?" diyemeyecek.<br /><br />onlara kalıyorum dedim. bir yere gitmiyorum, bu güne kadar bana git demediniz, kal da demediniz. kaldığımı vurgulamak istedim. bir yere gitmiyorum'u iyice vurguladım. diyecekler ki "sana git diyen mi oldu?". kal diyen de olmadı. n'aber? beni bunca zaman içinizden biri olarak gördünüz, her gün her saniye yanımdaydınız, hiçbir çıkıntılık yaptığımı görmediniz. gitmem için, git demeniz için de bir sebep vermedim size, ne yazık. kalıyorum, kalmak için bir sebebim var; size bana git demeniz için bir şans vereceğim. işte gerçek yüzümü gösteriyorum size, korkun benden. (benden mi korkacaklar, laf) kendimle beraber kalıyorum dedim onlara, ne saçma bir laf, ama o kadar zaman düşündükten sonra yazayım bari dedim. şimdi eve gitmeye korkuyorum, karım beni nasıl karşılayacak acaba. sabahtan beri bu iğrenç yerde, gazete kitap okuyorum, kahve içiyorum. midem kötüleşti, başım da ağrıyor. bu ağrılar daha da artacak biliyorum, bu mektupların hesabını soracaklar bana. iyi delirdim ama. 7 yıllık eşime, kendimce bir ayar çekmiştim. şimdi eğer okuma yazmayı unutmadıysa ya da mektup zamanında eline geçtiyse, okuduysa okuduğunu anladıysa (şaka sanarmış), cevaplarımı tekrar gözden geçirmeliyim. <br /><br />hem neden hala bazı kurallara uyuyorum ki? biraz daha dışarda gezebilirim, geç gidebilirim eve. orda burda aval aval dolaşabilirim. şu ana kadar yapmadım diye şimdi de yapmayacağım? gizli yasalar beni hala etkisi altında mı tutuyor? gitmiyorum eve. korktuğumdan değil, korkumu ertelemek için değil; gitmiyorum işte, bir sebebi de yok. bir sebebi olması mı lazım illa ki? (kalmak için neden bir sebep belirttim öyleyse?) eski arkadaşlarımı arayayım, sesimde bir gücenme, bir çekingenlik olmamalı. onca zaman aramadım diye şimdi de mi aramayayım? ararım, yüzsüzlük ederim, bana eşlik etmelerini söylerim. çok mu zor? çok zor aslında, insanlar böyle böyle birbirlerinden ayrı düşmüyorlar mı? evet aynen böyle oluyor (kimi arayayım ki). işe bugün hiç uğramadım, daha önce uğradıklarıma, orda olduğumu önemsemediklerine saysınlar, yokluğumu biliyorlar, varlığımı da bilselerdi ya (bilemezler çünkü ben bir vazo kadar orda alışılmış bir eşyadan ibarettim). haydi bakalım. gitmekle kalmak arasında 'kaldım'. gerçek kalmak olmasın sakın bu? haha, işte artık eskisi gibi kelimeleri oynatabiliyorum. kendi kendime deli deli konuşuyorum. bastırdığım iç sesimi özlemişim, ne güzel de dile geldi konuşuyor. hah üniversite arkadaşlarımdan birini arayayım, hmm bununla çok samimiydik (o halde neden görüşmüyoruz hala). karısı açtı telefonu, karısını tanımıyorum, düğünlerine gitmedim, gitseymişim keşke. bak şimdi işin düşüyor, iş mi bu? kendimi tanıtmam isteniyor, güzel tanıtırız. ben üniversiteden arkadaşıyım, evet böyle dersem çok nostaljik ve duygulu olur. nasıl biri olduğumu falan merak eder. beyfendi telefona gelmek için tören mi düzenliyor nedir? bak işte ne olacak, kimmiş ne istiyormuşu bir kerecik olsun düşünme. sesimi aldı, hadi oyun oynayalım, "beni çıkartabildin mi" oyunu. hatırlamaz bu. uzatmayayım, adımı söyleyeyim bitsin. söyledim işte. geç bu muhabbetleri geç, sana şimdi üniversite anılarından, şundan bundan bahsedemem. çok uzatıyor bu adam, eskiden de böyleydi. görüşelim diyecektim (ben sadede gelmeyi sevmiyorum, ama geldim). bugün olmaz derse, bu adamı bir daha aramam. yakınlarda olduğumu söyledim, kaldırsın kıçını da çıksın dışarı. çıkacakmış. evet, işte hala ikna kabiliyetim iyi.<br /><br />eve dönmeme bahanem hazır. eski püskü yağ torbası bir arkadaşla karşılaştık diyeceğim, yalan söyleyeceğim, ama doğru. karşılaşmayı ben bizzat ayarlasam da, karşılaştık diyeceğim ve heyecan katacağım. heyecan iyidir. iyi de bu adamla ne yapacağız şimdi? "takılırız işte". gençliğe özendirici bir deyim. konuşacak çok şeyimiz de olabilir. hafıza yoklaması yaparız. zaman geçer işte. geçiyor işte. beni gördüğüne, benim tarafımdan hatırlandığına o kadar da sevinmedi, oysa samimiydik? hala çok konuşuyor. olgunluk buna gelmemiş, daha yolu var bunun. önemsiz olaylardan nasıl da heyecanla bahsediyor, kızlarla da bu yüzden muhabbeti iyiydi. herkesle muhabbeti iyiydi aslında (benle bile konuşabildiğine göre). karımı özledim ben, bu adamın yüzünden. o pek fazla konuşmaz, karım yani pek konuştuğu görülmemiştir (benimle tabii). evet sonunda, sonunda! bu işkence bitti. onu eve yolluyorum, gidecek. gitmesini bizzat ben söyledim. iyi söyledim ha. kovdum resmen. sıkıldım senden dedim. kalmasına katlanamıyorum bari, gitmesi için bir bahanesi olsun. ters ters bakıyor bana. gidecek ama esaslı bir laf söyleyecek sanırım. dur bakalım ne diyecek? "hala adam olamamışsın" diyor. aferin, adamlığıma vur. ordan iyi vurulur çünkü (sen de hala aynı moronsun, hah hah ha).<br /><br />eve gideyim bari. bugün yeterince heyecan yaşadım. evde bu heyecana devam edeyim. çok eğleniyorum. mektupları yazarken de yerli yersiz bir kaç kere gülmüştüm, kalbim de hızlı hızlı atmıştı, midemde sancılar falan da oldu. çünkü ben şu ana kadar kimseye karşı gelmedm, yüzlerine karşı belli lafları seri bir şekilde söyleyemedim. hep anlayışlı, alttan alan, uyumlu, mülayim (bu kelime bana yakışmıyor ama neyse) biri oldum. haliyle beni pek sevdiler önce, şimdi de önemsemiyorlar. benden bir zarar gelmeyeceğini biliyorlar. zararsızım diye değil mi tüm bunlar? korkun benden artık zararsız değilim, dünyayı dar edeceğim size (nasıl yapacağım bunu?). sözümü sakınmayacağım, her şeye tamam, her şeye evet demeyeceğim (ilelebet muhalif gibi oldum iyi mi). hem kaç şeyde benim fikrim alınıyor ki zaten? alışverişe çıkalım mı? hayır desem ne olacak, aç kalırız (demek ki alışverişe çıkalım mı diye sorulduğunda evet demeliyim). annemlere gidelim mi? sinemaya gidelim mi? perdeleri asar mısın? sevişelim mi? (evet buna hayır diyebilirim, arada sırada o hayır diyebiliyor). dur sen telaşlanma hemen, biraz aksi biri olayım. ortalık şenlenir, daha çok konuda görüşüme başvurulur elbet. tabii, aksi biri olursam olur bunlar. kavga bile edebiliriz belki (hiç kavga etmedik, mükemmel!).<br /><br />kapıyı kilitlememiş. hala uyanık mıdır acaba? neyse, uyanık uykulu farketmez. eve gireyim uyanır hemen (seni yalancı uyuyorum numarası ha). evet, kanepede oturuyor. elindeki mektubu sinirli sinirli tersine düzüne okuyor. iyi sinir yapmış, aferin ona. bakalım o suskunluğu devam edecek mi? gel üstüme gel. hadi bakalım. beni görmezden geliyor (kördür belki). kanalı değiştirdi, başka bir şey izleyecek, televizyonu kapatmayacak sanırım. televizyon kapanmıyorsa, tartışmayacağız demek ki. hmm. ben kendim kapatsam? kapatayım evet. işte kapattım (tepki veriyor, dudaklarında bir laf var). ne diyecek merak ediyorum? çok heyecanlandım. ne duyamadım? ne? ciddi olamazsın? tekrar söyler misin, öyle mızmız konuşma ya, hadi söyle. "ben de kalıyorum!".<br /><br />Aha bittim ben.çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-22336880535351681512009-12-18T13:47:00.000-08:002009-12-18T13:57:34.487-08:00ESKİ BİR ADAMIN YENİ GÜNLÜĞÜ SAYFA 1<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf7eqTKj-Ilfn3x51-BIcu3FQZmDVbGDAl4dqa2lCq2C1u3VZE0u7-bVWJNvPuBNzWfmPPrBbcZroRmhSFPkZWbLXaJ5ZMp9U1lOnwOaTyOzGX2PbrwysX0VtMv71_iMVw4MI9VGPKlTg/s1600-h/2.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 286px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf7eqTKj-Ilfn3x51-BIcu3FQZmDVbGDAl4dqa2lCq2C1u3VZE0u7-bVWJNvPuBNzWfmPPrBbcZroRmhSFPkZWbLXaJ5ZMp9U1lOnwOaTyOzGX2PbrwysX0VtMv71_iMVw4MI9VGPKlTg/s320/2.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5416698393095691682" /></a><br /><br /><strong>Asit Yağmurları</strong>Önceki gün okuldan çıktığımızda hava kapalıydı. Arkadaşıma bakılırsa "yağmur tehlikesi" vardı. Yağmuru, çok büyük sel felaketleri yaratmadıkça, asla bir tehlike, bir sorun olarak görmediğimden hatta insanların biteviye kirlettiği bir küreyi temizleme görevi gördüğünü düşünerek ona karşı sempati bile beslediğim söylenebilir. Yağmurun nasıl bir tehlikesinin olabileceğini sordum arkadaşıma, ıslanmaktan falan bahsetti. Bu yağmurdan ıslanmanın tehlikeli bir yanı olmadığını, önemli olan asit yağmurlarından korunmak olduğunu anlattım ona. Asit yağmuru mu diye şaşarak baktı bir süre. Sonra gökten asit yağmasının ne kadar kötü olacağından bahsetmeye başladı. Öyle bir şeyin çok acı çektireceğini, insanların yollarda asitin etkisiyle erimeye başlayacağını ve bunu görmeyi asla istemediğini söyledikten sonra asit yağmuruna sebeb olduklarını düşündüğü için parfüm firmalarına sövdü saydı. Ona asit yağmuru dedikleri şeyin öyle aniden öldürmediğini yavaş yavaş insanı ve doğayı tükettiğini, bu işin sorumlularının da, evet, kükürt ve azot olduğunu bu lanet ikilinin atmosfere karışıp oradan da oldukça kötü niyetlerle, yağmur damlalarının içine sızdıklarını anlattım kısaca. Bütün bunları geçen sene okuduğum, çevreci kuruluşlardan birisinin dağıttığı broşürden öğrenmiştim. <br /><br />Memleketten bir arkadaşımla yaptığım sohbet aklıma geldi onun asit yağmurları hakkında bu bilgisizliğini fark edince. Üniversiteyi bu sene kazanmıştı ama beklediği gibi bir ortam bulamadığından insanların ne kadar da bilinçsiz olduğundan dem vuruyordu. Tıpçılar, fizikçiler, mühendislik öğrencileri var aralarında ama büyük bir çoğunluğu dünyadan bi-haber demişti. Ona şu cevabı vermiştim : "tıpcı olmak fizikçi olmak ya da mühendislik öğrencisi olmak sadece hayatın belli bir alanı üzerinde yoğunlaşarak o alanı öğrenmekten (ezber ne kadar öğrenmek sayılabilirse o kadar öğrenme) başka anlam ifade etmiyor ve okuma, araştırma, öğrenme çabası gütmeyen insanlar o alanların dışındaki herşeye, öküz bir trene nasıl bakar sorusuna cevap olabilecek bir açıdan bakıyorlar" <br />Memleketteki o arkadaşım benim bu arkadaşı görseydi herhalde eğitim sistemine olan inancı bir kat daha sarsılırdı.<br />Kapalı gökyüzünden ilk yağmur damlaları düşmeye başladığında 200 metre kadar ilerideki otobüs durağına doğru yürümeye başlamıştık. Arkadaşım kafasını kaldırıp bir süre gökyüzüne baktıktan sonra yüzünde anlamsız bir gülümsemeyle düşünmeye daldı.<br />O anda kesinlikle asit yağmurlarını düşünüyordu ve bu yağanın asit yağmuru olmadığına şükürler ediyordu. Bu tahminimde ne kadar haklı olduğumu kendi kendime ispatlayıp ne kadar zeki bir insan olduğumu <br />bir kez daha göreyim diye ona ne düşündüğünü sordum. Alçak adam yemekhane sırasında sarı saçlı kızı düşündüğünü söyledi. Sanırım size o sarışından daha önce bahsetmedim. Ama bunun bir önemi yok nasıl olsa onunla ileride yine karşılaşacağız. O zaman kendi gözlerinizle göreceksiniz ya da okuyacaksınız. Arkadaşımın yüzündeki anlamsız gülümsemeye bakılırsa alışılagelmiş "aşk" nöbetlerinden birini yaşıyordu. Geçen ay da içmek için taksime gittiğimizde garson kıza aşık olmuştu. Hayır bunu kendisi bana söylememişti ama ben onun aptallaşmasından ve gece yarısına doğru, o kadar içtikten sonra otobüs durağında ayrılırken "yarın yine aynı yerde içelim" diye tutturmasından ve yanlış otobüse binmesinden anlamıştım. İçkili de olsa yanlış otobüse binmeyecek kadar açık göz birisidir kendisi...<br />********<br />Otobüs durağı her zamankinden daha kalabalık. Yağmuru sevmeyip ondan kaçan insanların diğer insanlara yarattığı bir diğer problem de bu zaten. Başta otobüs durakları gelmek üzere kapalı mekanların işgal edilmesi. Şeker gibi eriyecekler sanırsın. Kadınları bazen anlayabiliyorum. Makyajları ya da saç boyaları akıyor olabilir ya da ıslak saçların erkekler için bir tahrik unsuru olduğunu bildiklerinden ve sokaklarda yüz binlerce tahrik olmaya programlı erkek dolaştığından, onların yağmurdan kaçmalarının geçerli nedenleri var diye düşünebilir insan. Ama bu erkeklerin derdi ne olabilir ki? <br />"Bunların sorunu ne biliyor musun?" diye sordu arkadaşım, sanki aklımdan geçenleri duymuş gibi. Bunu ilk defa da yapmıyor olması bende onun gizli yetenekleri olduğuna dair bir şüphe uyandırmıyor da değil hani. <br />"Nedir sorunları?" diye sordum.<br />"her önüne gelenle düzüşmeleri" dedi sırıtarak sonra da koşarak bir otobüse atladı. Rezil adam, arkasından o kadar seslenmeme rağmen yine gidip yanlış otobüse binmişti…çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-66217633585689252722009-12-18T13:31:00.000-08:002009-12-18T13:46:52.993-08:00BİZİnsanların birbirine müdahale etmesinin söz konusu olmadığı bir dünya hayal ediyoruz. Müdahalenin meşru olduğu yada yasaklandığı değil, böyle bir durumun söz konusu bile olmadığı bir hayatı düşlüyoruz. Ne kadar yaşanılası bir dünya olurdu, ne kadar yaşayası insanlar olurduk… Tüm insanların kendini aşmış, kendinden öte olanı verebilmiş varlıklar olduğu bir evreni özlüyoruz. Gidene kimsenin ağıt yakmadığı, gelene kapının hiç kapanmadığı bir evren. Kimsenin hayattan alabileceğinden fazlasını beklemediği, dolayısıyla ağır mutluluklar-mutsuzluklar yaşamadığı tam bir iyilik hali. Kavramların tüm anlamını yitirdiği, anlamın kendi anlamsızlığına ulaştığı bir üst nokta. Fakire fakir, zengine zengin diyemeyeceğimiz, çünkü bu kelimelerin anlamını unuttuğumuz bir kapalı kutu.<br /> İnsana saplanan bıçakların soyut bir nesne misali içinden geçip arkadan çıktığı, acıtmayan, kanatmayan bir şiddet. Kimsenin yara almadığı, kabukların henüz bağlanmadan döküldüğü bir vücut. Ruhla arkadaş olan bir beden. Sözcüklerin hepsinin kendi anlamının dışında işlemesi. Küfürün güzelliği, iltifatın riyayı çağrıştırdığı bir lugat. <br />Safları sıklaştırın diyemeyeceğimiz, çünkü saf diye bir olgunun kalmadığı günlük hayat, taraf olmayanın bertaraf olmadığı bir kayıtsızlık, politika sözcüğünün kendi arasında bölünerek tilki ve katil sözcüklerini oluşturduğu, bunların da kelimenin tam anlamını sonuna kadar karşıladığı bir zincirleme mantık yürütme süreci, meclislerin, grup toplantılarının, kravatların, siyah mercedeslerin bir anda kayıplara karıştığı, varlığımızın Türk varlığına armağan olmadığı,illa bir yöneten olacaksa iktidarda Pink Floyd’un bulunduğu bir siyasi rejim.<br />Müslümanın en yakın arkadaşının ateist olması, ateistin huzur bulduğu tek sesin ney sesi olması, semazenlerin artık toplantılarda, partilerde, etkinliklerde dansöz misali boy göstermemesi, Kur-an’ın şifresinin çözülmemesi, Kur-an’ın şifresinin okuyanın kendinde saklı olması, vahdet-i vücutla panteizmin aynı şey olduğunun bir zahmet anlaşılması, Şems’in bir küfe şarap içmesi, Şems’in siyah cüppesi, korkuya değil, sevgiye inanması insanların.<br />Yalnızın kalabalıklar tarafından kuşatılmadığı, herkesin eninde sonunda yalnız olduğunu anladığı bu yüzden kalabalıklaşmak için çaba göstermediği , tek başına da eğlenebildiği, bireycilikle bencilliğin aynı anlama gelmediği, herkesin kendi öz değerini bildiği ve ona sahip çıktığı, hal böyle olunca da kimsenin bir başkasını düşünmesine kendiliğinden gerek kalmadığı, dolayısıyla da bunun bencilliğe değil, karşılıklı saygıya neden olduğu, en sonunda da şiddetin tamamen ortadan kalktığı bir hayat.<br />Annelerin sahiplenme duygusunun ortadan kalktığı bir metabolizma, ailelerin çocukların üstüne titremediği bir güven ortamı, topu inşaata kaçan çocuğun sağlam çıkabileceği bir refah durumu, babaların en hassas olduğu konunun kızları olmaması, kızların babalarından kaçmak için henüz çocuk yaştayken anne olmaması, evliliklerin hiç olmazsa birkaç tanesinin iyi örmek teşkil ettiği bir toplumsal yapı.<br />Geniş insanlar. İçten kahkahalar. Koyulmamış yasaklar. Uyulmamış kurallar. Çizilmemiş sınırlar. Asılmayan suratlar. Kınamayan bakışlar. Ayıplamayan çehreler. Gerek duyulmayan eleştiriler. Ciddiye alınmayan şakalar. Birden kopmayan dostluklar. Birden çok saçma bir şekilde kopmayan dostluklar. Oluşmayan kişisel husumetler. Ortaya çıkmayan kültürel farklılıklar. Özlenmeyen insanlar. İşlenmeyen cinayetler. Söylenmeyen yalanlar. Edilmeyen dedikodular. <br />İnsanların birbirini sevdiğinden emin olması, birini seviyorsak sadece seviyor olmamız, aşk deyince aklımıza yalnız akşam olup hüzünlenmelerin, gözlerinin rengine hasret kalmaların anlaşılmaması, gecenin gündüzün aşktan ibaret olması, aşkın boş zaman uğraşı olmaktan çıkması, aşk deyince akan suların durması, aşk deyince gözbebeklerinde onun isminin okunması, aşk deyince yanmak, aşk deyince küllerinden doğmak…<br />Bütün bunların olmasını isterdik ama kötü zamanlar, kötü müzikler, kötü evler, kötü kardeşler, kötü yazılar, kötü anneler, kötü babalar, kötü okullar, kötü sokaklar, kötü aşklar bir bir içimize saplandılar…<br />Biz kim miyiz?<br />‘Biz bu dünyanın şarkı söyleyen ve dans eden pislikleriyiz’ <br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhOgs3IQWVKNmwgX6NK-0suL0buD5j4wiVu-Cgyhv-2rwQliPOhiC0UCgTLKx6crpff2lLEzBfnH9a-EBb5DAjxStWK9codq-qMKWfkXMjvhMRsLFVjzy2U9IchEPwSCBdzm3Vg_1KhTb0/s1600-h/imagesCAR04V5I.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 118px; height: 103px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhOgs3IQWVKNmwgX6NK-0suL0buD5j4wiVu-Cgyhv-2rwQliPOhiC0UCgTLKx6crpff2lLEzBfnH9a-EBb5DAjxStWK9codq-qMKWfkXMjvhMRsLFVjzy2U9IchEPwSCBdzm3Vg_1KhTb0/s320/imagesCAR04V5I.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5416693673061028418" /></a>çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-63998315584490251702009-12-18T13:25:00.000-08:002009-12-18T13:31:44.745-08:00AKORSUZ KALPLERE ARPEJ BASAN YAZI<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNUsZEOq6kbBwTuRLUijcIlDXir-ykRuK2ajghB996jrQPCvbK0URc9MP91wgycuZCQW8h6xkX7dySa46qowGgNmWqKm_hQ90L2z7xyIwI7A_rHPob7-1BY5vOeQy5S4hB2DV4SzCfs4Y/s1600-h/ber%C5%9Fan-ar...jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 285px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNUsZEOq6kbBwTuRLUijcIlDXir-ykRuK2ajghB996jrQPCvbK0URc9MP91wgycuZCQW8h6xkX7dySa46qowGgNmWqKm_hQ90L2z7xyIwI7A_rHPob7-1BY5vOeQy5S4hB2DV4SzCfs4Y/s320/ber%C5%9Fan-ar...jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5416691997238969634" /></a><br /><br />Beyninizin atmaya kıyamadığı 4-5 yaş anıları, sanrıları vardır… Bilinçaltınızın bir köşesinde yer etmiş ilk aşkların, ilk öpüşlerin, ilk terkedişlerin hemen arkasına katlanmış; olur da bir gün hatırlanmayı bekleyen..<br /> Benimki de Bugs Bunny Aristoluğu, Şeker Filozof Decartlığından gelen "bu insanlar ne için yaşıyor?"culuktu..<br />Cevabını da dört kenarlı bir alette gördüğüm türlü çizgiselden çoktan bulmuştum; tüm o insanlar birilerini arıyordu..<br /> Otobüsünü beklerken sabırsız kalıp saatine bakanlar, büfelerin camlarına bozukluk tıklatanlar, çabuk çabuk kepçelerle kumpirleri doldurup tepsiye fırlatan ustalar... Sanırdım ki hepsi O' nun telaşındalar.. İsim de verememiş, benzerlerine uyduramayıp O adını takmışlardı.. Tüm hayatları O' nu beklemek üzerineydi.. Beklerken de sıkılıp birkaç iş yapıyorlar işteydi, amandı..<br /> Sıra bana da geldi diye düşünmeye başlamıştım..Eee koca adam olmuştum artık, tek elimle salondaki koltukların ön bacaklarını kaldırabiliyordum ne de olsa !!<br /> <br /> Şimdi yağmurlu günlerde neden kahvaltımı ekmek arası yaptırıp oturma odasındaki camın önüne kurulduğumu, her "İn artık mermerin üzerinden, üşütüp hasta olcaksın!" laflarını "ya git yaa!" diye tamamladığımı, akşam 6 olup Yalan Rüzgarı' nın başladığını anneme haber vermem gerektiğinden kırıla-sıkıla camın başından ayrıldığımı -belki okuyorlarsa- bizimkiler anlayabilir..<br /> Yağmur yağıyordu, seller akıyordu.. Bugün "Arapkızı" kesin camdan bakıyordu.. Bakıyordu işte!! Karşıdaki küsür yüz konutluk öğretmenler sitesinin bir camındaydı, ben de gün boyu O'nu bulmaya çalışıyordum..<br /> Bir süre için hayatınız bir dönüm apartmansa, empati yoksunu sempati sebebi çocukluğunuzun hayata baktığı tek pencerenin olduğu oturma odasındaysa, pek tabii karşı apartman komşuları Arapkızı, apartmanların hemen arkasında görülen yeşillikler de "Şu yeşiller Rize mi Şeyda Hala?" sorusunun "Evet" cevabı olurdu..<br /> Nitekim olmuştu da… Planım belliydi; o yağmurlu günlerin birinde merdivenlerden inip yolun karşısındaki apartmandan Arapkızını alıp, beraber Rize(!)' ye gidecektik.. Yağmurlar duracaktı.. Yağmur olmayınca da yerini dünyanın etrafında döndüğü sobaya bırakacaktı.. Ama yine de O isterse beraber camdan bakabilecektik.. Bu sembolist ilişkimiz karşılıklı anlayış üzerine kuruluydu yani..<br /> Yağmurlu günlerde mermer üzeri bekleyişlerim uzun süre devam etti; tüm o sürelerde oturduğum yerler ekmek kırıntılarına da ev sahipliği yaparak..<br />Ta ki bir gün rüyamda aynı yolun karşısına bisikletimle geçerken gökyüzüne yükseldiğimi görünceye kadar..<br /> Rasyonalist ve aydın bir çocuktum.. İnsanları dünyaya leyleklerin getirmediğinin bilincindeydim.. Yalana lüzum yok, öpüşüyorduk işte.. Uçmak için de ölmek gerekiyordu.. Başka türlü açıklayamıyordu bu rüyayı alabrus kesimli velet kafam..<br /> Belki çok biliyordum, belki rüyamda malum oluyordu.. Öyle mağaram falan da yoktu Tanrıyla buluşacağım, belli ki beni böyle çaldırıp-kapatıyordu..<br /> O zaman; artık yağmur görüp cam kenarına beklememem gerektiğini…Bu zaman; otobüs sabırsızlığının eve-işe yetişmek, büfe camı tıkırtılarının biskrem ve çeşitli tekel gazetelerini çabucak koltuk altına sıkıştırmak, el yakan patateslerden bir an evvel kurtulmak için olduğunu anlamıştım..<br /> Yağmuru sevmiyorum..<br /> Yağmur yağıyordu..<br />Uyandığımda kafam kazan olmuş, Beyin Beyimiz vücudumun cümle evsiz organellerine kepçe kepçe çorba dağıtıyordu..<br />Seller akıyordu..<br />Arapkızı kimdi, nerdeydi, nasıldı geçmiş günü, şimdi neler yapıyordu?çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-48816110903273642832009-12-18T13:14:00.000-08:002009-12-18T13:18:50.030-08:00DALGASIZ DENİZ OLMAZ, DENİZSİZ DALGAyağmur yağdı bugün. bir şey olsun istedim. bir anda beklemediğim güzel bişey olsun. <br /><br />yıldız tozları, parıltılı kıpırtılar.... bekledim alıştığım gibi. olmadı. ama bi dakka, daha gün bitmedi! <br />pırıltısız ve yıldızsız, hatta bi de akılsız bişeyler karalayayım dedim.<br /><br /> <br />evvel zaman içinde<br />kalbur saman içinde<br />keçiler berber iken <br />develer tellal iken<br />horozlar imam iken<br />ben dedemin beşiğini <br />tıngır mıngır sallar iken<br /> bir deniz varmış karalar içinde<br />bir dalga, kumsallar peşinde<br />deniz dalganın siperinde<br />dalga denizin düşünde<br />sürüklenip beraberce<br />yol almışlar öylece<br />iç içe ve peş peşe<br /><br />az gitmişler, uz gitmişler<br />dere tepe düz gitmişler<br />bir gün hayatlarından bezmişler<br /><br /><br /><br />dalga "git" demiş denize<br />karışma benim işime<br />sen başka uğraş bul kendine<br />kumsaldır benim istediğim<br />kuytu bir taş, suskun bir kum tanesi<br />dinleneceğim bir huzur köşesi<br />fırtınasız ve kuru<br />senden uzak ve duru<br /><br />deniz gitmem demiş dalgaya<br />gidemem anlasana<br />dalgasın sen ama<br />bensiz yoksun aslında<br />kumsallar istersin bilirim<br />huzurlu, kumlu ve kuru<br />,<br />,<br />arkası başka bir sıkılma an'ınaçingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-13054384190299302882009-12-18T13:13:00.000-08:002009-12-18T13:14:12.553-08:00...…Eğer derse yetişeceksem erken kalkmalıydım. Yanıma almam gereken fazla bir şey yoktu. Bir kendim birde mp3üm. Daha yaşadığım yeri düzene oturtamamışken kendi hayatımı bir yola sokmaya çalışıyordum. Aslında tek yapmam gereken okuluma adam gibi gidip gelebilmekti.<br />Otobüsü bile son anda yakaladım ve boş bir yer bulmak amacıyla göz gezdirdim. Sanki oturunca ne olacaksa. Otobüsteki insanlar şöyle bir bakındım kafamın içindeki boş yankılarla. Hepsi benden ayrıydı ama aynı zamanda benimle bağlantılıydı. Kim bilir belki bir gün benim yazdığım programları kullanacaklar ya da benim yaptığım şarkıları dinleyeceklerdi. Şu anda bizi birbirimize bağlayan tek şey aynı boktan otobüste rahatsız bir vaziyette yolculuk etmekti.<br />Onu gördüm bir anda. Kapının yanındaki tek kişilik koltukla yalnız başına oturup müzik dinlerken. Bana kapıyı açan meleği. O an için sadece bir sınıf arkadaşından ibaret olan daha sonrası içinse manası bütün hayatımı kapsayacak olan kişiyi. Onun bundan haberi yoktu benimse hiç yoktu. O mavi gözünden girecek mermiyi benim ateşleyeceğimi bilmiyordu hoş bende bilmiyordum ya neyse. Başıyla hafif bir selam verdi. Bende selam vererek yanına doğru yol aldım. Başka koltuk olmadığı için ayakta beklemek zorundaydım.<br /> Aynı anda kulaklıklarımızı çıkardık ve sohbete başladık. Aslında sorulması gereken onca soru varken benim ilk sorum çok absürd kaçmıştı. Henüz birbirimizin ismini bile bilmezken- en azından ben öyle zannediyordum- İlk sorunun “Hangi grubu dinliyorsun?” olmuştu. Gelen cevap ise beni daha çok şaşırtmıştı. Eğer öyle birisinin benimle aynı şeyi dinleyeceği üzerine bahse girseydim herhalde hayatımda kazanamadığım birçok bahisten biri de bu olurdu. Belki de en büyüğü. Asıl konuşma başladığında sormam gereken ilk soruyu sordum:” Birbirimizin adlarını hala bilmediğimizi fark ettim. Kusura bakma,”. Gelen cevap ise otobüsteki ikinci şaşkınlığı mı başlattı. “ Sen öyle zannet Deniz,” diye bir cevap alacağımı gerçekten bilemezdim. <br />İnmemiz gereken durağa geldiğim zaman o Mavi Gözlü inatçı melek adını söylememekte ısrar ediyordu ama ben öğrenmeye kararlıydım. Hem önümüzde yürümemiz gereken 15 dakikalık bir yol vardı- yaklaşık 4 müzik parçası uzunluğunda. Ben adını öğrenmek isterken o bana kulaklığını vererek beraber dinlememizi istedi ve ismini öğrenme şansım yok olmuştu. Elbet öğrenecektim o adı öyle ya da böyle.<br />Beraber yürürken yanımızda bir araba durdu. İçinde ki kişiyi ben tanımıyordum ama yanımdaki tanıyordu sanırsam ve işte o an ismini öğrendim. Bizi okula götüren arkadaşın ismi Boran’dı. Galiba hayatımda ilk defa duymuştum bu ismi. Kendi ismimim ona söyledikten sonra araba da birden çok yüksek sesle rap çalmaya başladı. Her ne kadar bu müzikten hoşlanmasam da dinlemek zorundaymışım gibime geliyordu. Sonuçta araba onun kurallar ona aitti. Asıl ilgimi çeken şey parçayı söyleyen sesin bizi arabasıyla alan kişinin sesine benzemeseydi. <br />Okul yolu kısa olduğu için ona bu soruyu soramamıştım ve asıl bilmediğim şey ise ileride bu kişi ile olan ilişkim akla hayale gelmeyecek biçimde gelişecek ve çok yakın iki arkadaş olarak aynı evde yaşamaya başlayacaktık.<br />Sınıftan içeri girdiğimizde ders çoktan başlamıştı ama hocanın iyi niyetli olması sayesinde yerlerimize geçmiştik ve o da yanıma oturdu. İşte o zaman bir şeylerin değişmeye başladığını anlamıştım. Çünkü içimde ki kıpırtının ne anlama geleceğini iyi biliyordum ama şu zaman zarfı içinde bunu düşünmek istemiyordum sonuçta benim önceliklerim farklıydı kendime göreydi. İkinci bir kişi bana yükten başka bir şey olamazdı. Zaten onun kabul edeceğini kim söylemişti ki.<br />Öğle arasında her zaman yapmak istediğim bir şey vardı:Spor salonuna gidip basketbol ya da insan varsa voleybol oynamaktı. İçeri girdiğimde sabah beni arabasıyla alan arkadaş orada tek başına atış çalışıyordu. Benim geldiğimi gördükten sonra topu bana attı ve maç için hazır olup olmadığımı sordu. Sonuçta bu teklife hayır diyemezdim. Ona doğru yürürken peşimden salona giren kişiyi henüz görmemiştim.<br />Keşke her şey bu kadar hızlı başlamasaydı…çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-23539449233916965502009-12-18T13:12:00.000-08:002009-12-18T13:13:31.501-08:00LASTİĞİ GEVŞEK AŞÖRTMENO gün odamda oturmuş hem Afrika savanalarını hem de NBA oyuncularını düşünüyordum. Hayatlarına imrenerek bakıyordum. Bir de kendi odama baktım ve hatta kalkıp aynada kendi halime baktım. Üzerimde beyaz bi fanila, altımda lastiği gevşek aşörtmenim, çelimsiz ve dövmesiz bir beden. “Ne kadar da NBA hayatından uzak bir kimseyim” dedim. Ve derhal tüm bu gidişata son vermeye karar verip, koridora çıktım. <br /><br />Mutfağa vardığımda patatesleri bulmakta hiç güçlük çekmedim. Bir geyik yavrusunu gözü kapalı bulan bir leopar kadar kendimden emin ve kusursuzdum. Patatesleri derhal ikiye kestim. Patates baskısı yaparak vücudumun her yerine dövme yapacaktım. Çünkü eğer bir NBA oyuncusu olmak istiyorsam dövmem olmak zorunda idi. Bu arada kaslarımın da olması gerektiğini hatırlayıp mutfak masasını 6-7 kere kaldırıp indirdim. Zorlanmaya başladığımı hissettim ama durmadım. 4-5 kez daha kaldırıp indirdim. Son kaldırmamda dengemi kaybettim. Masa devrildi. Ortalık cam kırıkları, reçeller, ekmek parçaları ile doldu. Bacak kaslarımı da 7-8 kere sıkıp gevşek bıraktım. Patateslerimi alıp çıktım mutfaktan. Doğruca annemlerin yatak odasına gittim.<br /><br />Artık tüm malzemelerim elimde, odamdaydım. Bastım mürekkebi patates baskılarıma. Soyundum. Her yerime dövme yaptım. Saçımı örmeye çalıştım ama olmadı. O yüzden dazlak bir zenci basketçi olmaya karar verdim. Saçımı traş ettim. Mis gibi oldum. Rahmetli nenemin damağını yani dişliğini de ağzıma taktım. Dövmelerim, saçım ve dişliğimle mükemmel olmuştum. Allen Iverson dan tek eksiğim derimin rengi idi ki onu da birazdan halledecektim. Başımdan aşşa mürekkebi boca ettim. Gözlerim ve dişlerim parıldıyordu. Gülümsedim. Babamın takım elbisesini giydim. Dedemin şapkasını taktım kafama. Mp3 çalarımı da kulağıma taktım. Maça çıkmak için soyunma odasına doğru ilerleyen Lebron James ten farkım yoktu. Koridora çıktım.<br /><br /><br />Hakemin çığlığı kulağımdaki 50 cent i bile bastırmıştı. Beni koridorda üzerime 4 beden büyük gelen babamına takım elbisesiyle, dedemin şapkasıyla, boynumda kendisine ait uzun uzun kolyelerle, yüzüm simsiyah ve ağzımda nenemin dişleri ile görünce bayıldı. “Relax refrii” dedim “Maça çıkıyoruz ve triple double kesin yapacam” dedim. Ve derhal daha önceden babamın takım elbisesinin pantolonun yanlarını kesip 404 ile yapıştırdığım bölgelerden tutup çektim, yandan çıt çıtlı aşörtmenler gibi. Çıkarıp attım bi kenara takım elbiseyi aynı Michael Jordan gibi. Babamın gözleri belerdi. Üzerimde uzun dizlerime kadar inen şortum ve üzerine 23 yazdığım fanilamla kalmıştım. Kaslarımı sıkıp, kollarımı da göğsümde kavuşturup yan durarak bir süre bekledim. Bedenimdeki dövmeler ile hakkaten etkileyiciydim. Babamın dövmelerime hayran hayran bakışını izledim. Artık maç zamanıydı. “I love this game” diye haykırıp minimal kalça hareketleri ile oynadım. Bir yılan gibi kıvrılıp smaçları vurasım vardı. Derhal babama doğru yürüyüp poposuna sevecen bi şaplak attım ve sağ yumruğumla kalbimin üzerine 5-6 kere vurdum. Babamla göğüs göğüse çarpışmak için 3-4 adım geriye gidip koşarak, uçarak ona doğru harekete geçtim. Babam yerde baygın yatan annemi bırakıp, bir atmaca çevikliğinde bana havadayken okkalı bi tokat attı. Babam bana adeta Federer gibi vurmuştu, ben de patlamış bir tenis topu gibi savrulduğum yere yığılmıştım. Nenemin dişleri ağzımdan uçtu gitti. “Baba bu bi kasti faul. 2 serbest atış ve oyuna yandan biz başlıcaz” dedim. Elimle de mola işareti yapıp anneme baktım. Bençe oturup zenci kankalarımla kikirdeşip gülmek istiyordum çünkü. <br /><br />Annem kendine gelmiş bu kez “Bu mutfağın hali ne!!” diye ağlarken ben kızgınlıkla ve haksızlığa uğramış bir tonda “Anne sabahtan beri mola istiyorum görmüyosun ya!!! Ne biçim hakemsin” diye bağırıp, soyunma odama doğru depara kalktım. Babam arkamdan bi bizon sürüsü gibi gürültüler çıkararak koşmaya başladığında, odama girmiş, kapımı kilitlemiştim. Babam kapıyı yumruklarken, ben çoktan kulağıma mp3 playerımı takmış yerde, 50 cent eşliğinde hip hop hareketleri yapıyordum. Yerde sırtımın üzerinde tortop olmuş dönerken kafamı yatağa çarpıp, bayıldım...çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-56883098760085509422009-12-18T12:55:00.001-08:002009-12-18T13:08:03.254-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtsO2Rwm4jdeoHA9-esy8P6SQ09xvR9LkbXxTQ0Uyl5ierBeG4tegQXg67zB5nA46zGrTgUXFUe1cxoSNRENXLnXLxTf3XftN5eitRbs4eRwurPRxtGpSUWfKnUCmTYkifO5ZipyCpgts/s1600-h/1.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 151px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtsO2Rwm4jdeoHA9-esy8P6SQ09xvR9LkbXxTQ0Uyl5ierBeG4tegQXg67zB5nA46zGrTgUXFUe1cxoSNRENXLnXLxTf3XftN5eitRbs4eRwurPRxtGpSUWfKnUCmTYkifO5ZipyCpgts/s320/1.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5416684206404864530" /></a><br /><br />EDİTÖRLERDEN<br />Merhaba sevgili okur,<br />İlmek ilmek örmeye çalıştığımız bu nakışa bir motif de sen işle!<br />Yaz, çiz, gönder!<br />NOT: Dergimizin mail grubunu oluşturduk. Üye olarak derginin çıkışından <br />haberdar olabilirsiniz. Ayrıca, 6. sayıdan önce yapacağımız dergi buluşmasına<br />da katılmanızı bekleriz. Toplantı yer ve saati blog adresinden ve mail grubundan<br />duyurulacaktır.<br />Gruba üye olmak için http://groups.google.com.tr/group/ahkamdergi adresini<br />kullanabilirsiniz.<br /><br />AHKAM<br />aylık alternatif edebiyat dergisi<br />SAYI 5<br />ARALIK 2009<br /> <br />editör: Tuğbalar<br />kapak tasarımı: Birhan Koçak<br />mizanpaj: Tuğba Köse<br />çizimler: Esma Sereli<br />basım: Net Copy<br />iletişim: <br />ahkamdergii.blogspot.com<br />ahkamdergi@gmail.comçingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-33472189000516992172009-11-21T13:20:00.000-08:002009-11-21T13:26:30.389-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEja04_JUaXgU15rqc-7dEWMDeMMoRrRuQMvmlSy7Sh-Y4G73uQ4Ta2ofXMZ2AXXORMZESXIt1tiLhSsM0q6C7T6eSq7Ejzy-zaqZceA3MZ6F6OZ-syfoKhdUjEwCdd3tH2GMqycPERcJhA/s1600/kapak4-1+copy.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 226px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEja04_JUaXgU15rqc-7dEWMDeMMoRrRuQMvmlSy7Sh-Y4G73uQ4Ta2ofXMZ2AXXORMZESXIt1tiLhSsM0q6C7T6eSq7Ejzy-zaqZceA3MZ6F6OZ-syfoKhdUjEwCdd3tH2GMqycPERcJhA/s320/kapak4-1+copy.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5406671271819102258" /></a><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjgKDqvOR7tRYLMsC9tDnS_Rqrrcl5fFnA00sqXYwaXX3TmZAbJsCOksc2Zpwecyt-dRSGIcLLwzPqJVBZ7L_HH_CEzzCzZMryU95c9aSjhA6LYgl6PL0wCJPBWPN1kunJt2cTyZfd4zLw/s1600/dergikapak-tiff+copy.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 286px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjgKDqvOR7tRYLMsC9tDnS_Rqrrcl5fFnA00sqXYwaXX3TmZAbJsCOksc2Zpwecyt-dRSGIcLLwzPqJVBZ7L_HH_CEzzCzZMryU95c9aSjhA6LYgl6PL0wCJPBWPN1kunJt2cTyZfd4zLw/s320/dergikapak-tiff+copy.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5406671266757966690" /></a><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVM-Mm0nwm-3nLer2fn3PAmhu3qlNbdYFRu_gEw0R44UfnocBisYDEguhqZp_nxFvTZjNLniN3O1IowHa_8h0flZRZmRUpnNcnprF3hithksNW_zc07WnXWuJL7orhrKGJxmrIld1_HEI/s1600/on_kapak+copy.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 226px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVM-Mm0nwm-3nLer2fn3PAmhu3qlNbdYFRu_gEw0R44UfnocBisYDEguhqZp_nxFvTZjNLniN3O1IowHa_8h0flZRZmRUpnNcnprF3hithksNW_zc07WnXWuJL7orhrKGJxmrIld1_HEI/s320/on_kapak+copy.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5406671262706475218" /></a>çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-28893952362413086542009-11-21T12:15:00.003-08:002009-11-21T12:15:54.930-08:00BELİREN‘Of anam gene çok içmişim,başım çatlıyor’ diyerek uyandı. Hemen cep telefonunu eline alarak dün gece yaptıklarını telefon rehberindeki bütün kızlara mesajla anlattı.<br /><br />Ne olmuştu da her şey bu hale gelmişti? İçkiyi ağzına koymazdı Allah için. Fakat o Jazz Stop vardı ya,boyu devrilsin o Jazz Stop’un! Birkaç arkadaşı onu zorla bu bara götürmüş ve bu merete başlatmıştı. Bu huyu yüzünden onu insan içine çıkaramıyorduk. Zira bu görgüsüzlüğünü açıklamak bizim açımızdan kabil değildi.<br /><br />Nereye gitsek hangi kapıyı açsak karşımızda beliriyordu; başı gene içmekten çatlamış ve huri huri diye ağlanarak. Ha tabi bir de o tipine bakmadan çapkınlığıyla nam salmıştı taksim eşrafında ve her limanda bir manita bıraktığını iddia ediyordu.<br /><br />İslami evlilik sitelerine yaptığı üyeliklerden hiç bahsetmeyelim. Çünkü telefonuna gelen mesajlarda gördüğümüz “merhaba ben gönülden sevenler sitesinden Hümeyra. Sizi çok beğendim, tanışıp evlenmek isterim” mesajını hala zihnimizden çıkaramıyoruz.<br /><br />Yanımızda yöremizde gördüğü her XX kromozomuna asılması onun için bilindik bir davranış olmuştu. Irzımızı namusumuzu koruyamıyorduk lan! Peki bütün salaklığına rağmen Nuriye’ye de asılması? Onu görünce otuz yaşındaki adamın yeni gelin gibi kıkırdayarak ‘ay içim bi hoş oldu’ demesi? Daha fazla dayanamayacağız dostlar. Belli ki beliren daha çok canlar yakacağa benzer.çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-81844354318595331062009-11-21T12:14:00.001-08:002009-11-21T12:16:55.250-08:00GEMİNe vakit inanmazsın perilere<br />Derler ki o vakit,<br />Bir peri sessizce ölür<br />Ve ne vakit karıştırırsan geceyi gündüze<br />Bir yanın safi güneş<br />Diğer yanın hep gebe karanlığa<br />Siyahı doğurur<br />Sözlerin içini dolduramadığında<br />Yük olurlar yüreğe<br />Tam zamanıyken içini dökmelerin<br />Durma, haykır yenilişini<br />Sen ne vakit kaybedersen geleceğini<br />Dünün taşıyabileceğinden ağır<br />Bugünün yaşayabileceğinden az olursa<br />Unut tüm bildiklerini<br />Zamanı yolculuğa yolla<br />Unutma ne vakit bir mum alevinden yakarsan sigaranı<br />Bir denizci sessizce ölür<br />Unutuşlarını hiçliğe hapsetme<br />Ölüm en yakınındır<br />Öteleme…çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-33532418571644551922009-11-21T12:13:00.002-08:002009-11-21T12:14:14.878-08:00...üşüdüm bugün<br />ayakkabılarım su alıyor<br />yürüdüm bugün suyun içinde<br />her su birikintisinde kendimi gördüm<br />üstüne bastım geçtim suretimin<br />suretimde seni gördüm<br />suyun kırılmasına uğramış garip bir yüzsüzlük gördüm<br /><br />üşüdüm bugün<br />ayakkabılarım su alıyor<br />yürüdüm bugün suyun içinde<br />her su birikintisinde herkesi gördüm<br />senin dışındaçingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6402781129450069929.post-24504680017894553722009-11-21T12:13:00.001-08:002009-11-21T12:13:47.023-08:00ZİNZin’i nerde görsem<br />Varlığım yokluğuna yanar<br />O öyle gerçek ve düş birlikteliğiyken<br />Adımı unuturum, eksilir ömrüm<br />Böylesine yakınken bana, uzaklığına şaşarım<br />Her an onu dilemek…<br />Beklemek ansızın çıkagelmesini…<br />Umudum örselenir<br />Bekletmesen?<br />Zin’i nerde görsem<br />Ansızın uçuverir bir gök içimden<br />Dursan, durdursan apansız gitmelerimi?<br />Ağır aksak bir yolcuyum<br />Gittiğim her yola tutsağım<br />Hem eksik bir yanım<br />Bir boşluk ki tarifi imkansız <br />Canlandırsan yüzümde donan gülüşlerimi?<br />Eğer ki Zin’sen,<br />Alemlerce aradığım sensen,<br />Sadece kendini alıp <br />Bırakıp dünü, yarını<br />Bana yüzünü dönsen…çingenetorhttp://www.blogger.com/profile/04533328561508882059noreply@blogger.com0