4 Ağustos 2010 Çarşamba
3 Ağustos 2010 Salı

KİLİSEDE DÜŞÜRDÜĞÜMÜZ KÜLDÜ YAŞAMAK

"Hayat bir simülasyondur" diyor Jean Baudrillard. "Ne kadar az bilirsen o kadar çok kızarsın" diyor Bertrand Russell. "Şimdiki hükümetimiz bize birlikte yaşamayı öğretiyor" diyor Serdar Ortaç. "İyi olmak kolaydır, güç olan adil olmaktır" diyor Victor Hugo. "Fenerbahçe'nin ligde yediği son dört golün üçü hakem hatası" diyor Rıdvan Dilmen. "Beyim sana iki çift lafım var" diyor Yaşar Usta, "O laflar boy boy, seni si.." diye devam ediyor mahallenin bıçkın ergeni Salih. "Çağımız bir görüşler çağıdır" diyor Ulus Baker. "Serap çekil televizyonu göremiyoruz" diyor babam. "Büyük insanlar, tüm acılara şikayetsiz katlanırlar" diyor Friedrich von Schiller. "Acı var mı acı" diye soruyor Reha Muhtar. "Kendimizi zorbayken yakaladık" diyor Yıldırım Türker. "Oğlum üstüne bir şeyler giy" diyor annem. "Üşüdüm üstümü örtsene anne" diyor Zeki Müren. "İnsan samimiyetinin altını çizince, ister istemez üstünü de çiziyor" diyor Murat Menteş. "Playliste bi el atsana" diyor Onur'a Onur, "Çıkaralım bütün şarkıları cebimizden" diyor Devrim Dirlikyapan. "Keşke yüzümü de tarayabilseydim" diyor Charles Bukowski, haliyle "Tipimi sikeyim" diye yanıtlıyor onu Umut Sarıkaya. "Ben, bir başkasıdır" diyor Arthur Rimbaud. "Cehennem başkalarıdır" diyor Jean-Paul Sartre. "Kriz bizi teğet geçti" diyor Recep Tayyip Erdoğan, "Tanrı her zaman geometri ile çalışır" diyor onların Eflatun'u. "Yaşına başına bakmadan morlar giyinen bir kadına asla güvenme diyor" Oscar Wilde. "Kadınları anlamaya çalışacak kadar aptal olmadım" diyor Boris Vian. "Yaşamın, yapılmayan olarak kalacak" diyor Oruç Aruoba. "Protest müziğin kralı benim" diyor Emrah Dinçer, "Mümkün mertebe uzaya git" diyor Erdener Abi.

"Seni seviyorum" diyor biri bir gün, "Peki bu bilgi gerçek hayatta ne işime yarayacak" diyorum ben.

KELAM

Önce söz vardı. İki dudak arasından çıkıp, boşlukta bir yerlerde sonsuza kadar asılı kalacak birkaç kelime düşünün. Aslılı kalanlar arasından size en çok benzeyeni seçin şimdi de. Sonra alın ve sadece o sözcüklerle yaşayın.
Aman sen de, diyorum. Aman sen de! 21. yy’da sözler ancak bir kulaktan girip, diğerinden çıkmak üzere vardır. Sözlerin uzun tren yolculuklarının sebebi olduğu zamanlar geride kaldı. Bu bizi ancak güldürür bundan sonra. Şarkıların bizi incittiği anlar, hatırlamak istemediğimiz zamanlara denk geldi. Post modern dünya diyorum canım, sen de! Yüklediğin anlamların modası geçti, alıcı bulamıyorsun. Hiç yapmadığın bir şey yapıyorsun, ağzını pazara çıkarıyorsun, hem beğensin, hem anlamasınlar istiyorsun. Her şeyi bir arada, aynı zamanda, belki iki ayrı uçta ve sebep bulamadan istiyorsun.
Sözcükler acını dindirmeyecek. Sen acının yazılmış halini seviyorsun. Diyelim ki dünyanın orta yerinde aşk için ağlıyorsun, diyelim ki sen bütün dünyanın ağırlığını sırtladın, satacak birini bulamıyorsun, annen yok ve birilerine sarılmak için bahane arıyorsun, diyelim. Söz de kalsın bütün bunlar. Gerçekliğinden daha korkunç gelmiyor mu sana da? Yoksa hepsi yersizdi de, biz ağızdan çıkan birkaç heceyle mi ona vücut verdik.
Şurada bir ayna var. Görüyor musun? İstersen bir karşısına geç. Kendi içinde devinimleri olan bir aynadan bahsediyorum. Görmek istediğini değil, sadece olanı gösteren aynalara benzemiyor. Ben istersem tek bir ayna ile tüm gerçekliği yok edebilirim. Aynalara bakıp konuşmanın modası geçti diyemezsin, bu hiçbir zaman moda olmadı. Yüzünle konuş. Söyleyemediğin sözcükler, kendinle yeterince sohbet etmediğinden birikiyor olabilir mi? Ya öyle bakma yüzüme, ‘yüzleşme’ diyorum sana. Aynaya dön, bana değil.
Ben şeye şaşırıyorum. Birine dönüp diyorsun ki ‘open your heart, I’m coming home.’ Diyelim ki sen Roger Waters oldun, ‘can you help me?’ diye inliyorsun. Sözler diyoruz ya işte, etkilenmiyor. Bu bana dünyanın en tuhaf şeyiymiş gibi geliyor. İnanmakta zorlanıyorum. Sen kelimelerden oklar yapıp atıyorsun, onun içindne geçip çıkıyor, her şey kansız olup bitiyor.
Ben ikili yaşama inanıyorum. Ben kelimelere inanıyorum. Ben seni çocukluk hayallerimin gerçekliğine inandıramadım. Sonunda ise yine sözler vardı. Şimdi başka şarkıya geçiyorum.

geldiler

salon.

artık gelmeyeceklerini sanıyordum. her şeyin içinde biraz onlardan vardı. kapı açılıp gireceklerdi içeri. şüphe bırakmayacak bir saatte. az kalsın unutuyordum, ne zaman gelecekleri söylense, bir gizemli hava eserdi. onlar. yani canım, onlar.

hobo: geldiler efendim.
efendi: kimler?
hobo: onlar canım.
efendi: kimlerden bahsediyorsun? bazen anlamsız şeyler söylüyorsun hobo.
hobo: siz onları bilmiyor musunuz?
efendi: siz çok garip bir adamsınız. niye sizi dinliyorsam artık?
hobo: peki. siz onları bilmiyorsunuz. nasıl olur? oysa onların hikayeleri hep anlatılırdı, şehrin büyük kapısından girecekleri söylenir. nasıl olur?
efendi: siz... siz gerçekten... ne diyeceğimi bilemiyorum. lütfen bu konuyu kapatır mısınız?
hobo: neden birden kibarlaştınız? siz de onlardansınız. insanları kibarca küçümsersiniz. temkinli bir şekilde.
efendi: sizi küçümsediğimi de nerden çıkardınız?
hobo: halen devam ediyorsunuz 'sizlere'.
efendi: peki! seni dinliyorum. kimlermiş onlar?
hobo: ben alıngan bir insanım, biliyorum. bu alınganlığım sıkıcı bir insan olmamın da sebebi. neyse efendim geçelim. sahi merak ediyorsanız onları, anlatayım size onları.
efendi: dinliyorum, demek geldiler, o halde onları bilmemek olmaz!

(hobo masanın üzerine çıkar, sağ kolunu bir şey tutuyor gibi yapar, sağ dizini de hafifçe kırar, sol ayağına yüklenerek ayakta durur, başı kibirli bir tasvire uygunca diktir.)

hobo (didaktik bir edayla): onlar bu dünyayı güzelleştirecek olanlardır! her insanın istediği şeyi vereceklerdir. tatmin olmayan kimse kalmayacaktır, kimse! biri komşusundan mı memnun değil? hemen memnun edecek bir komşu verilecek. mutsuz mu insanlar? insanlar mutsuz mu? mutluluğa doyacaklar. onlar geldiler efendim. evet işte onlar! tanıtıyorum onları size! işte YÜCE O, insanları boş oturmaktan kurtaracak kişi, can sıkıntısını alacak kişi, kahkahaları getiren YÜCE O, sana şükürler olsun! şükürler olsun, verdiğin nimetlerle bizleri zevk alemlerine daldırdığın için.
efendi (hobo'yu gömleğinden çekerek) : inin lütfen masadan!
hobo (efendiyi duymaz): geleceklerini söylemişlerdi! kimse inanmamıştı! aslında inanıyorlardı, inançları zayıf olduğundan buna ihtimal vermiyorlardı -bu ihtimale en çok inancı zayıf olanlar seviniyordu! heyhat! çocukluğumdan beri onların masalları ile büyüdüm, biliyordum geleceklerini, biliyordum! geldiler işte!
efendi (bağırır): lütfen inin masadan! kendinize gelin! kendinize!
hobo (sesini iyice yükseltir): ha-ha! işte geldiniz! hoş geldiniz! selamlar olsun sizlere. nasılsınız? ben iyiyim gördüğünüz gibi. sizleri beklerken hiç yaşlanmadım. ha-ha! sahi neden bu kadar geç kaldınız? affedin, bağışlayın sizleri sorgulamak benim ne haddime! nasıl ne haddime canım? nerdeydiniz ha? ben sizi bekledim, en çok ben bekledim, neden gelmediniz bunca zaman? neden 'sizler'? ha-ha-ha!
efendi (masaya çıkar): hani nerdeler?
hobo (efendiye döner): kimler? neden bahsediyorsunuz siz? (şaşırır).
efendi: onlar canım, hani nerdeler?
hobo: onlar mı? ha onlar canım, çok beklerseniz onları! (salondan çıkar gider).

efendinin çalışma odası.

ben birkaç hikaye biliyorum. anlat diyorlar anlatıyorum (bazen abartıyorum özür dilerim). nedendir bilinmez beni dinliyorlar. onlara hikaye lazım. seyircilere hikaye lazım. insanlar dinlerler, şaşırmak için, kıskanmak için, öykünmek için, küçümsemek için, ağızlarını bükmek için, bazen başlarını sallarlar; ben o anda heyecanlanarak hikayelerime devam ederim. o anda yaşamadığımı kim söyleyebilir? yaşamak bahsini açmamalıyım, önemli bir şey söyleyeceğim sanılıyor, sanılmasın, yaşamak işte canım, öylesine bir şey. değildir belki. güzel şeyler düşünmeliyim artık. evler, arabalar, aşklar, sıcacık şeyler. neden düşünmeyeyim? hem bunları kimse küçümsemez, takdir edilirim. ben de takdir edilirim elbet, güzel düşündüğümde. güzel. ama neden iyileri kötüler daha çok sever? kötülerdir asıl sevenler, belki yanılıyorumdur, iyiler sevemez, iyilerin sevgisinde acıma vardır, kalplerinde bir yumuşama vardır, oysa kötülerin kalpleri? yoktu değil mi? kalp konusunu da açmamalıydım, duygusal bir şeyler söyleyeceğim sanılır, sanılsın canım, şu anda kimse duymuyor bunları (tabii canım). efendi bana bakıyor, baksın, susmak iyidir, hem sustuğumuz söylenemez, o da konuşuyor kendi içinde, ben de, böyle konuşanları rahatsız etmeyeceksin! bu adamla iyi susuluyor ha, düşünmeye zorluyor seni bu suskunluk, beni.

efendi: o kadın, hani anlatmıştın, sahi nasıl tanışmıştınız?
hobo (sonradan duymuş gibi): şey... (zaman kazanır) tanıştığımızı nerden çıkardınız? ben öyle bir şey söylemedim.
efendi: hiç tanışmadınız demek. seni iyi dinlememişim! hmm...
hobo: evet. (hmm evet)
efendi: anlatsana onu?
hobo: o ne kadar çabuk anlatılabilen bir hikayeye dönüştü sahi. önceleri boğazımda bir şeyler düğümlenirdi, hayalimde canlananlar da büsbütün beni hüzünlendirirdi, sonra onu anlatmayı öğrendim efendim. hep anlatır oldum, anlattıkça onu değil, o'nun hikayesini sevmeye başladım.
efendi: bu hikayende masaya çıkmak yok değil mi?
hobo: hayır efendim, yere kapanarak anlatacağım onun hikayesini (güler). onun hatırasına saygı da kusur etmemeliyim.
efendi (gülümser): nuktedarlığın üstünde, sen nasıl gülüyordun, 'ha-ha!' mıydı?
hobo: evet efendim. ha-ha! gülemeyenlerin gülümsemesi. gülümsemek neden mistik bir çağrışım yapıyor efendim? neyse, buna sonra döneriz! başlayalım ona. zaman vermeyeceğim (hatırlamıyorum doğrusu). onu ilk kez, evimin üç sokak aşağısında bir markette gördüm. akşam üzeriydi (hava da şöyleydi desem mi acaba, boşver), düşük kalorili atıştırmalık bir şeyler alıyordu sanırım, ya da onun zarif bedenine bunları uygun görmüş olabilirim, önce her kadını uzaktan seyrettiğim gibi onu da göz ucuyla seyrettim, sonra o benim bulunduğum tarafa doğru yöneldi, bakışlarımı hemen kaçırdım (nereye?). bir an benim ona baktığımı gördüğünü ve bundan rahatsız olduğunu sandım ve beni uyaracak sandım -bazı seyretmelik kadınlar böyle yapabiliyorlar efendim. beni görmedi bile. ha-ha! sonra (sonra mı?), tekrar o etrafına bakınmaya başladı, bir şey arıyordu sanırım, çalışanlardan birine sormayı düşünmüyordu, daha da sevdim onu (saçma). birden ben ona bakarken, o da bana baktı, sanki şaşırmış gibiydi, yüzünde öyle sevimli saf bir ifade vardı ki, gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu (ya da ben öyle sandım), bakışlarımı kaçıramadım, birkaç saniye bakıştık (liseliler gibi). içimde bir şeyler akmaya başladı, ben böyle bakış, böyle yüz ifadesi görmedim efendim! yemin ederim görmedim. kimse bana böyle bakmamıştı, ben de ilk defa gözlerimi kaçırmamıştım.
efendi: ve aşık oldum deme sakın!
hobo: biliyorum, böyle saçma aşk olmaz efendim. bir ifadeye aşık olunmaz değil mi? olunmaz tabii, bir fotografa aşık olmak gibi olur. böyle söylediğime bakmayın, günlerce bu bakışı düşündüm ben, bir türlü kafamdan atamadım bu şaşkın, saf, sevimli ifadeyi, bir yüze bu kadar ifade nasıl sığar efendim? hem de benim gibi bir adama bakarken?
efendi: sonrasında ne oldu?
hobo: hiç! tabii oldu bir şeyler ama sonuç olarak 'hiç' tabii. bilirsiniz ben 'sonuç olarak hiç' derim hep. onu takip ettim efendim, evini öğrendim, evimden üç sokak ötede iki katlı müstakil bir evde oturuyordu. bahçesi vardı. bahçe kapısı camii kapıları gibi üst tarafı kavisliydi. evini de sevmiştim. bahçesini de sevmiştim. ben onun her şeyini sevmiştim (oha).
efendi: en azından aşkınız için çaba göstermişsiniz! ha-ha!
hobo: evet efendim, onu takip ederek, ne yapar ne eder öğrenmeye çalışarak ona olan aşkıma sadık kaldım. bir ara çok sıkıldım bu uğraşıdan, uğraşı dediğime bakmayın benim gibi bir avarenin uğraşıları da böyledir. gönül meseleleri efendim. bir bakışın peşinden gitmek.
efendi: sen, sen kelimelerin yetersiz kaldığı adamsın hobo!
hobo: biliyorum efendim. biliyorum. olsun aşk böyle de olabiliyor işte. biliyor musunuz onu ben terkettim. ha-ha! sıkıldım dedim senden, hakkında daha fazla şey bilmek istemiyorum dedim, cumartesileri evden kaçtan çıkarsın önemi yok dedim, o markete de lanet olsun dedim, şaşkın-saf-sevimli bakışını da istemiyorum dedim, tabii kendime.
efendi: eğlenceli de olabiliyorsun!
hobo: masaya çıkayım mı? ha-ha-ha! işin aslı onu bir adamla gördüm. yan yana yürüyorlardı.
efendi: sevgilisi miydi?
hobo: bilmem. bana düşmez dedim, benim aşkıma ihanet eden bir kadına nasıl güvenebilirim efendim? bir adamla yürüyemezsin dedim akşam vakti, terkettim onu.
efendi: masaya çık! masaya!
hobo: eğlenceliyim eğlenceli! masa! masa da masaymış ha! (kaybolur)
efendi (kaybolmadan önce): bu adam deli!

Bir şiir ve hikayesi..

.
Bütün hepsi bir kızla oynadığım güzel bir oyundu, bütün sözcükler bir öncekinin doğurduğuydu. Sesi çok güzeldi, ben sözcüklere değil sesine yazmıştım şiirleri. Şiirler sesi kadar güzel değildi, hiçbiri ne sonuçtu ne de bir problemdi...
Sonra bir çocuk gördüm, çocuk kenarda oturmuş,kenarda ağlıyordu... Sanırım Çeliktepe'ydik. Çocuk 'benimle oynamıyolar anne' diyordu. Sanki oyundan atılan iki kişiydik...
İkimizde oyuna alınmamıştık...
29.05.2008

‘‘Benimle Oynamıyolar Anne!’’

Deniz
Milyon defalarla dolu cümleler bulup, gelip,
Atlar geceme… Ve dolu ve boş ve dolmak istercesine
Sarılır, öper, saklar beni bi’şeye
Ben membasında boğulur, cümleler ayıklarım
Döner, taşar, dolanır, yine ona sarılırım

Yakın
Aklımın labirentlerinde dev bir pinpon topu
Dolanır dolanır da bulamaz yolunu
Bilmezsin, etin nüfuz eder kemiğime
Deprem denen söylenti, işte o an icat olur

Yetinmek
Şükürlerle sokulurum kıvrımlarına
Ve her seferinde tövbelere dokunurum
Olmayacak dudağa âmin dedim ben
Bu son söylediğim dudağımı kavurduğundu.

Huzur
Gece lacivert bilirken siyahı
Boylu boyunca bir alaca aramızda
Ve terkedilmiş kentlerin kurmacasıyla
Başı sonu bilinmez saten bir gece iner
Nefesini işitirim, sözcüklerin adı düşer…

İnsanlar
Tanyelinden sonbahara
Tek gidişlik bir vagon kalkar
Var gücümle artık uçurumda
Aklımda bir kabilenin telef oluşu var

Sahte
Terbiyesiyle giyinir,
Neticesiyle cüretkâr, ihtişamdır o, dünya nimet toz değdirmez.
Lakin o da düşebilir, uçabilir, çıkabilir de üstüme.
Kendinden de geçer ama vazgeçiremez kendimden.

Ego
Eskiz bir aşkın taraçası,
Galibiyet telaşıyla dolanırken arenaları
Okşanma arzusudur bu.

Kurban
Şuurum, aklımı yüzen suretlerin yüzer derisinde.

Sinir
Başka başka tanımlarsın beni…
Üleşip saçılıp yolumu buldurursun
Yaparsın bozdurursun bozarsın oldurursun
En hassas yerlerim bilinir, bilir de en çok sen unutursun


Heves
Ben o kırsal kenti senin için boyadım
Buldum bir sürü şarkıdan sana bir tane sözcük yazdım
Sor o kelebeğe, telaşıyla bekledim seni…
Bir sürü parmağın vardı senin, ellerim bir sürü olsun istedim…

Balon
Gözlerine sis düşünce
Toz rengi oluyorsun.
Düşme!
Düşersen bütün evcil hayvanlar irkilir
Aynamda vahşi yangılar alevlenir birden
Ve aniden tüm raylar gerilir
İsmini kemiririm.
Adın bir gezegene verilir

Nar
O siyah fonda tuttuğum,
Sıktığım, içindeki sıvıyı akıttığım
Lekesi üstümde asırlarla yaşlanacak
O tozlu zerre, o en küçük kandamlası…
Ve aslında aklımın en büyük saplantısı;
Sadece bendim.
Bütün kurbanlarıma açıklıyorum:
Ben Kendimi Katlettim.

Devrimci Etiğim Yok Benim

“Devrimci etiğim yok benim”. Bu cümleyi küçük Emrah tadında söyleyince ne kadar da anlamlı oluyor oysa. Gerçekten de yok mu böyle bir şey? Yani bunca afra tafra neye peki? O kadar da keçi sakal bırakıp koyu giyiniyorum. Ulan doğru düzgün yıkanmıyorum bile, daha ne yapayım????
Yok yok, aslında bu kadar da değil. Yani her şey üniversitenin zorlaması. Ne güzel lisedeyken kuvvacı olmayı sosyalist olmak sanıyordum. Ülke bölünüyordu falan, dinciler çok kötüydü, başörtülüler örümcek kafalıydı falan, sonra ne bileyim yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa adın yazılacak oraya buraya dedikten sonra heheyytt devrim yapacağız modunda takılırdım. Ne gerek vardı yani üniversiteyi kazanmama.
Neyse kazandık da ne oldu. Aslında tüm suçlu Tomris Giritlioğlu. Hatırla Sevgiliymiş!! Hiç mi düşünmez özeniriz ederiz diye. Al işte oradaki Deniz’i oynayan yağız delikanlıya özenmiştim, o esmer, ben de esmersem ona benzeme ihtimalim var diye düşünüyorum. Ha bu arada o yağız delikanlı etrafında dolaşan 60 model mini etekli kızlar da çok güzeldi.
Neyse solcu olmak istiyordum. Artık eski sosyal faşist haaaalimmmdennn eser yok şimmmdiii. Diye şarkı söyleyebilecek haldeydim. Savunmam da hazırdı “resmi eğitim insanları alternatifsiz kılıyor.”. Bir şey yapmalıydı. Okumalı mı? Aman ne gerek var, külliyat mı dayanır okumaya. Daha hızlı bir şey ama ne???
Bulmuştum. Kendimi örgütledim. Solcucu oldum. Deli gibi örgütüme hizmet ediyordum artık. Afiş bile asıyordum. Afiş asmak benim için dünyanın en asli göreviydi. Hatta bazen yazı bile yazıyorduk, etkinlik yapıyorduk. Ahh bunları dikkate almayan apolitik gençler, onlardan tiskiniyordum artık. Aslında adını bile bilmediğim insanların isimlerini afiş olarak asmak yazmak falan ne bileyim garipti. Tipine göre anlıyordum kimin ne dönemden olduğunu. Eğer kalın ve kloroplast gözlük varsa ve saçlar Erol Büyükburç gibiyse Deniz Gezmiş Öncesi, biraz daha modern kesim ise 80 öncesi, saç sakal birbirine karışmışsa 90lar ve 80lerden insanlardı resimdekiler. Aman hepsi de birbirine benziyordu. Alex de Souza yoldaş ölümsüzdür diyebilecek modaydım.
Devrimcilikten aldığım hazzı başka hiçbir şeyden alamıyordum. Belki biraz futbol ama yok yok yine de devrimcilik en iyisiydi. Ahhh şu okulumun garip insanları keşke onlar da devrimci olsalar beraber devrimcilik yapsak. Ama anlamazlar ki, onlar gitsin Hatırla Sevgili’nin okula gelen oyuncularıyla söyleşi yapsın. Ulan acaba Beren Saat gelmiş midir?

Telafi Et

özür dilerdim
eğer kendimleysem ve elimde
bir lades kemiği varsa..
çatlayan aynada görülen kırık bölük görüntüm
bana çok manalı bir oyun oynuyorsa

karanfile benzeyen bir bakışla terk ettiysem mekanın buğusunu
duvarda duran durmuş saate bakarken, özür dilerdim beyaz kağıdın aklığında
bekaretini koruyan sancılı mevsimin doruğunda
seni öldürmek olsa olsa şiirdir
asla korkutamam bununla içimdeki çocuğu, iksir bozulmuştur, bıçağın temasıdır yağan kar
mükemmele yakın kıvrımlarıyla dudaklar
yarasa burcunun günlük yorumlarıyla öpülür
özür dilerdim
eğer kırılmışsam nehrin kıyısında
oturmuş ve ayaklarım gitmiyorsa sessizlik hala bozulmamışsa ellerim titrerken kelimeler çok yüksek bir ağaçla aynı manzaraya düşerken… denize ulaşmayan boşluktan, kemirgen bir maviden uzun, fena halde zeytine benzeyen yüzün…
zahmetsizce kuyuları dinler ve elektriği iletiriz, zahmetsizce büyülenir ve duvarlarda konuşuruz
lüzumsuzdur sakin kalmak telafi etmeye çalışmak manevra aşklarla üstümüzü örtmek üstümüzü örterek uykuya dalmak, aniden, kitabi kabuslarla ıslanmak lüzumsuzdur, arabalara atlayıp keskin virajlarla birleşmek, kan bağı ile tuş etmek aramızdaki yabancıları
devir bu devir deyip tanrının ağzıyla konuşmak, omuzlarda dolaşmak sırtlarda katil olmak etleriyle anlamlı kadınlarla kana kana dalaşmak kana kana sinsi sinsi terli terli onlara sokulmak olsa olsa bilim-kurgudur
sessizlik hala bozulmamışsa ellerim titrerken
kelimeler jilet gibi uçurumla aynı manzaraya düşerken zahmetsizce kuyuları dinler ve elektriği iletiriz
böyleyken cennet lüzumsuzdur
orta çağdan bahsetmek ayrılığın derin edebi konumlarında iç burkmak maskeleri hazırlamak masaları hazırlamak masalarda coğrafyanın tesellisini yapmak coğrafyanın kararını almak lüzumsuzdur



endişeleriyle sarhoş şairler gibi acısına tanrısındır onların kendilerine linç diyenlerin
sorarsın menzille ve emsalle
neredeler, bir cin saatinde
o lambanın içinde değillerse eğer
hayat veren derin kesiklerle adamlar tanrılarından
minvallerini örtmek için yapraklarını istiyorlar
geçmiş bir pastane camekanında geçerken
bir peruk beyazında keşfe çıkmışken ellerin yordamı büyük cenin camiasında
orospular orospudur şairler şair pazarcılar pazarcı ağrılar ağrıdır
taklaya gelmiş bir şefkatle odalardan birinde saklanırsın, arkadaşlıklar arasında kalan muntazam gizli tarihle, birileri sevmez çünkü içindeki devrimi








özür dilerdim, eğer kendimleysem
elimde bir silah varsa
ve karşımdaki ayna kadar düşmansa
bana kendim kadar manalı bir oyundaysa

şiddetiyle meşgul melekler gibi konumundan memnun
ağaç bakışıyla feza duruşuyla ilkel
ve bi miktar yanlışsındır

şöhretin vukuatlıyla yuvarlanmış
camekanlarıyla donuk lanetin zehir uçlarında geriye doğru saymanın anlaşmalı patlamasında
aşkın dişlileri var mükafatlı kan var işaret diliyle anlaşan tanrılar var
sanayi ortasında yaz mevsimi deniz içinde deniz atları
su verdiğim çiçeklerin sabah uyanışları gibi
et’in ince kederi gibi
kapalı kutularla meşguller

biz de geçiyoruz işte
kemikleriyle anlamlı adamların
ayrı ayrı çözülen kimliklerinden
lüzumsuz dirençlerini sorgulamak doğrularını çarpıtmak
işte bu suya dalma! onlara ıssız adalar iki kelimelik emirler verme
varsa biraz şarap iç
yoksa denize gir
isyan inceliktir zamanın varsa
yoksa hiç boşuna yeltenme adil olmaya

şöhretin ve tesadüfün beş kuruş canlarıyla
döndüğün şehirlerden asla utanma!

soruyordun menzille ve hüzünle
neredeler, bir cin saatinde
o lambanın içinde değillerse eğer
ve aşık olmamışlarsa nasıl ölmüşler

albayım benzen mi dediniz? [mini bilimkurgu öyküsü]

antalya'da bir alman turistin esmer güzeli bir türk kızıyla ilişkisi olduğu, kızın ailesi tarafından öğrenildi. yıl 2039. kızın ailesi alman turisti konyaaltı'nda kurşunladı. olaydan bir gün sonra bavyera eyaletinde, nünberg'de almanlar bir türk ailesini kurşunladılar. alman hükümeti ile türk hükümeti restleştiler. BM araya girmeye çalıştı ama almanlar izmir'in güzel kızlarına almanca-türkçe (alamancı şivesi ile) küfürlü şarkı yapması üzerine, türkler antalya'da 8 alman'ı öldürüne kadar dövdüler (öldüler). almanya savaş açtı. ağustos 2039.

albay callahan brother'ın dudullu'daki karargahı ve binbaşı hobo.

hobo: albayım almanlar çamlıca'yı ve kayışdağı'nı ve de boğaz'ı ele geçirdiler. çamlıca ve kayışdağı'na ışın kalkanı koydular. uçaklarımız ve füzelerimiz işe yaramıyor.
albay: kahretsin. onların saldırmasını bekleyeceğiz. bir aya kalmaz yiyecekleri bitecektir. biz de küçük çekmece ve dudullu sathından ayrılmayacağız. askerlerimizin morali nasıl?
hobo: efendim, metallica konseri var ali sami yen'de. boğaz almanlar tarafından kapatıldığından, anadolu yakasında kalanlar konsere gidemiyorlar. askerler çok gergin, kendi aralarında wall of death yapıyorlar.
albay: söyle onlara bir yerlerini incitmesinler. birbirlerine artistik hareketlerle girmesinler. dinlensinler.
hobo: emredersiniz albayım. (çıkar gider)
albay: ne yapmalıyız? bu duvarı aşmalıyız. ışın kalkanı ne ile eritilir ki? bir kimyasal bu işi halleder (telefonla hobo'yu çağırır)
hobo: albayım, emirlerinizi ilettim, şimdi radiohead dinliyorlar, sanki hepsini sevgilisi terketmiş gibi acılara gömüldüler.
albay: boşver onları. ışın kalkanını aşacak şeyi buldum. benzen!
hobo: albayım benzen mi dediniz?
albay: evet. ışın kalkanını bu şekilde eriteceğiz. çabuk bize benzen bul.
hobo: ama efendim benzen kansorejendir. savaş kurallarına aykırıdır. kimsenin kanser olması....
albay: dediğimi yap binbaşı!

benzen dolu savaş uçakları albay callahan'ın emrini beklemektedir.

albay: onlara söyle, dikkatli olsunlar. bostancı ve üsküdar'a bir zarar gelmesin. fikirtepe'ye ve yenisahra'ya pek dikkat etmeseler de olur. arada onları da çıkarsınlar, bu gizlidir sadece bir kaç güvenilir adamımız bu işi üstlenecek.
hobo: emredersiniz albayım (karargahtaki telefonla askerlere multi mesaj gönderir)

ışın kalkanı eritilir. almanlar savunmasız kalırlar. ekim 2039.

albay: askerlere taarruz için hazır olmasını söyle.
hobo: efendimiz çok başarılıydınız tebrik ederim (bu sırada multi mesajla askerlere taarruz emri verir).
albay: kimya laboratuarında bir arkadaşım benzen içine düşerek can vermişti.
hobo: ne talihsiz olay. başınız sağolsun efendim.
albay: bu savaşı o arkadaşıma ithaf ediyorum. onun için kazanacağız. yürü binbaşı, savaşa!
hobo: savaşa!

hobo ve albay savaş meydanında.

hobo: efendim dikkat!
albay: son anda hobo! artık sana bir can borçluyum!
hobo: canım size feda efendim.
albay: almanları oliver kahn'dan beri hiç sevmezdim! savaşı onlar başlattı, biz bitireceğiz!
hobo: efendim bu sözünüzü günlüğüme yazacağım! gelecek nesiller sizi bu sözünüzle hatırlayacaklar!
albay: hamasi sözlere gerek yok binbaşı! başına dikkat et! hell bloody yeah!
hobo: albayım?
albay: gençliğimde ben de metalciydim.

alman donanması ve karadaki birlikleri yok edilir. kasım 2039. albay ve hobo, albay'ın bostancı'daki evinde.

hobo: efendim, almanları yenmiş olmak hiç hoşuma gitmiyor.
albay: neden binbaşı?
hobo: efendim, yıllarca onlar yenilince biz de yenildik, onlar yense biz de yenmiş sayılacaktık. yine onlar yenildi, biz de yenilmiş sayılır mıyız acaba?
albay: kalk git burdan hobo! sarhoş oldun değil mi? benzen boca edeyim mi başından aşağı, ayılırsın belki?
hobo: bağışlayın albayım, ama mantığım bu durumu bir türlü kaldıramadı.
albay: evet, kazandık ama kaybettiğimiz birçok şeyde var, haklısın. benzen boca ederken çamlıca tepesi ve kayışdağı eridi. birleşmiş milletlerden, nato'dan ve avrupa birliğinden çıkarıldık. ama kazandık!
hobo: yine almanlar kazanmış gibi görünüyor.
albay: al sana benzen, seni alman hayranı zavallı!

ADEMLER
| Top ↑ |