18 Aralık 2009 Cuma

...

…Eğer derse yetişeceksem erken kalkmalıydım. Yanıma almam gereken fazla bir şey yoktu. Bir kendim birde mp3üm. Daha yaşadığım yeri düzene oturtamamışken kendi hayatımı bir yola sokmaya çalışıyordum. Aslında tek yapmam gereken okuluma adam gibi gidip gelebilmekti.
Otobüsü bile son anda yakaladım ve boş bir yer bulmak amacıyla göz gezdirdim. Sanki oturunca ne olacaksa. Otobüsteki insanlar şöyle bir bakındım kafamın içindeki boş yankılarla. Hepsi benden ayrıydı ama aynı zamanda benimle bağlantılıydı. Kim bilir belki bir gün benim yazdığım programları kullanacaklar ya da benim yaptığım şarkıları dinleyeceklerdi. Şu anda bizi birbirimize bağlayan tek şey aynı boktan otobüste rahatsız bir vaziyette yolculuk etmekti.
Onu gördüm bir anda. Kapının yanındaki tek kişilik koltukla yalnız başına oturup müzik dinlerken. Bana kapıyı açan meleği. O an için sadece bir sınıf arkadaşından ibaret olan daha sonrası içinse manası bütün hayatımı kapsayacak olan kişiyi. Onun bundan haberi yoktu benimse hiç yoktu. O mavi gözünden girecek mermiyi benim ateşleyeceğimi bilmiyordu hoş bende bilmiyordum ya neyse. Başıyla hafif bir selam verdi. Bende selam vererek yanına doğru yol aldım. Başka koltuk olmadığı için ayakta beklemek zorundaydım.
Aynı anda kulaklıklarımızı çıkardık ve sohbete başladık. Aslında sorulması gereken onca soru varken benim ilk sorum çok absürd kaçmıştı. Henüz birbirimizin ismini bile bilmezken- en azından ben öyle zannediyordum- İlk sorunun “Hangi grubu dinliyorsun?” olmuştu. Gelen cevap ise beni daha çok şaşırtmıştı. Eğer öyle birisinin benimle aynı şeyi dinleyeceği üzerine bahse girseydim herhalde hayatımda kazanamadığım birçok bahisten biri de bu olurdu. Belki de en büyüğü. Asıl konuşma başladığında sormam gereken ilk soruyu sordum:” Birbirimizin adlarını hala bilmediğimizi fark ettim. Kusura bakma,”. Gelen cevap ise otobüsteki ikinci şaşkınlığı mı başlattı. “ Sen öyle zannet Deniz,” diye bir cevap alacağımı gerçekten bilemezdim.
İnmemiz gereken durağa geldiğim zaman o Mavi Gözlü inatçı melek adını söylememekte ısrar ediyordu ama ben öğrenmeye kararlıydım. Hem önümüzde yürümemiz gereken 15 dakikalık bir yol vardı- yaklaşık 4 müzik parçası uzunluğunda. Ben adını öğrenmek isterken o bana kulaklığını vererek beraber dinlememizi istedi ve ismini öğrenme şansım yok olmuştu. Elbet öğrenecektim o adı öyle ya da böyle.
Beraber yürürken yanımızda bir araba durdu. İçinde ki kişiyi ben tanımıyordum ama yanımdaki tanıyordu sanırsam ve işte o an ismini öğrendim. Bizi okula götüren arkadaşın ismi Boran’dı. Galiba hayatımda ilk defa duymuştum bu ismi. Kendi ismimim ona söyledikten sonra araba da birden çok yüksek sesle rap çalmaya başladı. Her ne kadar bu müzikten hoşlanmasam da dinlemek zorundaymışım gibime geliyordu. Sonuçta araba onun kurallar ona aitti. Asıl ilgimi çeken şey parçayı söyleyen sesin bizi arabasıyla alan kişinin sesine benzemeseydi.
Okul yolu kısa olduğu için ona bu soruyu soramamıştım ve asıl bilmediğim şey ise ileride bu kişi ile olan ilişkim akla hayale gelmeyecek biçimde gelişecek ve çok yakın iki arkadaş olarak aynı evde yaşamaya başlayacaktık.
Sınıftan içeri girdiğimizde ders çoktan başlamıştı ama hocanın iyi niyetli olması sayesinde yerlerimize geçmiştik ve o da yanıma oturdu. İşte o zaman bir şeylerin değişmeye başladığını anlamıştım. Çünkü içimde ki kıpırtının ne anlama geleceğini iyi biliyordum ama şu zaman zarfı içinde bunu düşünmek istemiyordum sonuçta benim önceliklerim farklıydı kendime göreydi. İkinci bir kişi bana yükten başka bir şey olamazdı. Zaten onun kabul edeceğini kim söylemişti ki.
Öğle arasında her zaman yapmak istediğim bir şey vardı:Spor salonuna gidip basketbol ya da insan varsa voleybol oynamaktı. İçeri girdiğimde sabah beni arabasıyla alan arkadaş orada tek başına atış çalışıyordu. Benim geldiğimi gördükten sonra topu bana attı ve maç için hazır olup olmadığımı sordu. Sonuçta bu teklife hayır diyemezdim. Ona doğru yürürken peşimden salona giren kişiyi henüz görmemiştim.
Keşke her şey bu kadar hızlı başlamasaydı…

0 söyleyeceklerim var:

Yorum Gönder

| Top ↑ |