10 Kasım 2009 Salı
-
Gözlerimi açtım, karanlık. Kapadım. Neon renkli balıklar geçmeye başladı göz kapaklarımın içinden. Kırılan bir ayna sesi duydum. Gözlerimi açtım. Sirenler çalmaya başladı, kırmızı cehennem sirenleri. Bacaklarımdan yukarı yapış yapış bir ılıklık yayılmaya başladı. Islanamıyorum.
Korku filmlerinin sirk müziklerine benzeyen valslerine göz kırpan delilikle baş başa, Venedik'te bir gondola bindik. Omur iliğimi yiyen bir pacman hissediyorum. Zırlayan otobüslere birer mendil verip, baş sağlığı diliyorum. Akort yapan aynalardan yansıyan çarpık silüet derinlerden gelen bir titreme ile çevresine bakıyor, fark edilme korkum var, yapmalı mıyım?
Elini tuttum. Bu anı kaç kez hayal etmiştim, kafamın içinde hep gelmesin derdim ama daha aşağıda gelsin ve hayatım daha dramatik olsun, yaşamımda herkesinkinden farklı diğer insanların bakıp beni gelecekte yapmamın muhtemel olduğu yanlışlar için suçlayamayacağı kadar büyük bir trajedi olsun isterdim. Tarifi zor diye kıvırsam; ama değil, sorumsuzluk, tembellik, bencillik, hatta üçüncü kişiye ithaf edilecekmiş gibi hava da kalmasın sorumsuzum, tembelim, bencilim. Gözlerini gözlerime dikti. Son sözünü söylemek için ağzını açtı. Sözler yerine “Bıa” gibi anlamsız bir ünlem çıktı ve son nefesini orada vermiş oldu. Garip ağlayabiliyorum. Hep ağlamam herhalde derdim, diğer ölüm haberlerini alırken başıma gelen duygusuzluk bunda da olur diyordum.
Dinle Ney'den bir kürdilihicazkâr taksim.

Hiç.

Öykülerime orospu gibi davranmayı bırakmalıyım artık. Çirkin, iyi yürekli ve dengesiz olduğum için kadınların beni tercih etmediğinin farkındayım. Evet her zavallı gibi porno izliyorum; ancak izledikten sonra estetiğin o kadar aşağılanmasını kaldıramıyorum, hatta seks o kadar iğrenç ve itici geliyor ki o kadar hayvansı, tiksinç. Eğer birazcık daha fazla iradem olsa, Nietzsche gibi en az 5 senelik bir ara vereceğim cinselliğe somut anlamda.

(Geri kalanını tamamen doğal bir adam ve toplum arasındaki ilişki üzerine olsun Sokrat ve atinalılar gibi.)(İşte bu öyküme başlamadan önce öykümün geri kalanı için düşündüğüm ilk konuydu.)

Yatağımın hep solundan kalkmışımdır; çünkü sağ kenarı duvara dayalıdır. Neyse işte kalktım, sabahlığımı giydim, tuvalete gittim, elimi ıslatıp ayılmak için yüzüme dokundum, sonra işte mutfağa gidip bir şeyler içtim, ve odama döndüm. Sabahlığımı çıkardım, yatağın sıcaklığını son birkez hissetmek için içine tekrar girdim, sonra da biraz daha kalırsam uyuya kalacağımı düşünüp yataktan çıktım. İç çamaşırı giymekten nefret ederim ama yine de giydim, sonra elime gelen ama rengini sevdiğim bir şey gelmezse değiştireceğim bir üst ve bir alt seçtim. Ders kitaplarımın olduğu çantayı aldım ve evden çıktım. Bir ağıt parodisi yapan yaşayanlar, kusursuzluklarının derinliklerinden başlarını kaldırıp bakabildikleri zaman varolamadıklarını anlayacak ve unutmak için tekrar dans etmek isteyeceklerdir.(Ah Stravinsky bana neler yazdırıyorsun(!))
Okulun yolunu gözümde büyütmekle beraber yine de gitmek zorundaydım. ARRGGHH!! Delicesine bir cinnet!!Gymnopedia no:1 bile biraz sakinleştirebiliyor beni. Öfkemi yöneltebileceğim bütün nesneler o kadar haklılar ki, sürrealist odunlara karışmış büyük portakalların delirmesindeki yaratıcı yumuşaklığın saçma şiirseliğine bakmak istiyorum artık. Zihnimi parmaklarıma bırakıp saçmalamanın geniş özgürlüğünü tatmak da denebilir buna. Tanrım kendim olabileceğim bir anın bile olmaması ne kadar öldürücü dersem o kadar burjuva bir sanatçı gibi davranmış olurum ki, dürüstlük, temel anlamda güç demektir. Kendisi olamamaktan yakınan bütün zayıf iradelilerin yanındaki yerimi almadan önce belirtmek istediğim yargı kendisi olamamak dediğimiz olgunun tamamen kişisel zayıflıktan ve irade yetersizliğinden kaynaklandığını ve bunun ayıplanması gerektiği ya da bu benim başka bir acınası ilgi çekme çabam, fark etmez ikiside zayıflıktan gelir. Tanrım hala yatışmadım. Daha fazla yazmak daha fazla saçmalamak istiyorum, tatminsizlik iğrenç bir duygu. Kuru girdapların baktığı çizgiye bakan her nesnenin uç uç böceği kadar şirin sevişebileceklerini düşünenlere göre aslında dünyanın yokluğu ya da varlığı bir postmodern tartışma değildir ancak Tanrı'ya dair ontolojik bir suçlama olabilir.
Okula geldim. Derslere istersem girerim istersem girmem. Bilmiyorum, yazmaya biraz üşeniyorum, bu da tembelliğimden ileri geliyor. Yazıyı yazmamın temel sebebi okuyanlara kendim hakkında tamamen dürüst olarak ne kadar güçlü olduğumu gösterme çabam. İnsan kendiyle ilgili her şeyi bilmeye çalışmamalı bazen. Fazla ergen duyuluyor yazdıklarım tekrar okuyunca, o zaman birazcık daha özgürlüğümü tadayım: nefret ediyorum yumuşayan melodilerin sokaklardaki yürüyüşüne bakarak boşalmaktan, ve manevi huzur denilen kırmızı balıklara bakan her fenafillah gölgesinin görmek istediği şey, dünyanın yandığı ve onların da bu yangından bir parça taşıdığıdır. Kuytu köşelerin derinliğindeki huzur, karanlık ve okşayıcıdır, esriklerin bir balkabağını yermişçesine jazz dinlediği bir okşayıcılık.

Nesnel anlamda, şu insani mantığımın sınırlarını aşmak istiyorum.

Derslere girdim. Benim için faydalı olduklarını düşünüyorum, Fransızca'yı gerçekten öğrenmeliyim, İngilizce'nin bana kattığı yararı göz önünde bulundurunca bu vazgeçilmez bir istek. Yazdığım bölük pörçük her şey bir “ben” eder mi?? Biliyorum basılmadan kimse yazılarımı okuyup bu herifin bilinçaltı neymiş ha bunu bir inceleyelim, bir analiz edelim anlamaya çalışalım demeyecek. Sikerim ya... Desinler isterdim. Onaylanmak değil, incelenmek isterdim, bunun sebebi de kendimi tahlil edişime o kadar da güvenmeyişim. Yaptığım işin oldukça feminen olduğunu düşünüyorum yani şu anda aklıma gelen her şeyi kağıda dökmenin, Tanrım hissetmekten nefret etmiyorum, hissettiğimi yazmaktan nefret ediyorum; çok bayağı ve itici geliyor. Sanki okuyucuyu çekebilecek başka hiçbir malzeme yokmuş gibi onlarında sizin gibi hissettiğinizi umarak hislerinizi yazmak tanrım ne kadar bayağı ve itici ve romantik ve çocukça ve aptalca ve bilmiyorum saçma. Bu kadar karşı çıkmak da iyi değil diyalektik anlamda benim de böyle bir şey yapabilmemin ne kadar olası olduğunu gösteriyor. Sanırım Schoenberg dünya üzerindeki en karamsar adamdı.,
Derslerden çıktım. Tiyatro atölyesine gittim. Uzun süredir kendimi ait hissedebildiğim tek yer(işte üste hissetiklerini yazmak üstüne yazdıklarımdan sonra şu hale bakın. Diyalektik!Hakikaten büyülüyor bazen beni). Şu ana kadar hiçbir atölye mensubuna yalan söylemedim, ama bunun iki sebebi var: bir hakikaten yalan söylenmeyi hak etmeyen insanlar, iki yalan söylemeye korkuyorum onların anlamasından değil, korkuyorum çünkü biliyorum ki onlarda en az benim kadar iyi yalancılar, ki ben zaten çok çabuk inanırım sevdiğim insanlara, ya bana yalan söylerlerse, hani kaldıramam değil ama yine de bu düşünce beni rahatsız ediyor. Amaçlarını bazen anladığım bazen de anlamak için düşünmediğim egzersiz ve oyunları gerçelledikten sonra dağıldık. Birileri bir yerlere içmeye gittiler, ben ve bir iki arkadaşımda evlerimize gittik. Schoenberg dinlemeye başladıktan sonra garip bir tatmin duygusu var şu anda. Deliliğimi dinliyorum.
Eve geldim. Hiçlik ve hiçlik. Çantamı salondaki yemek masasının sandalyelerinden birinin kenarına asıp odama yöneldim. Ben ve deliliğim. Ben deli değilim, cidden değilim. Tanrım sanatsal yaratıcılık adını vermeye çalıştığım şeye dair bile söyleyebileceğim çok az şey var, bu sanatçıyı sanatçı olmayandan temel fark olabilir bilmiyorum, tanrım Schoenberg o kadar güzel geliyor ki şu an, olmayabilir de. Bir üslup kaygısı taşımadan yazmak bir üslup mudur? Sanatsal dehaya sahip olmak için yapmak lazım diyebileceğim ne var ki...Bir sürü ölümlünün kendi kusur(usuzluk)larının farkında olmadan birbirlerini yok etmeye çalıştığı bir yer yaratılacak ve deli ben olacağım ha. Bu gün yazmak için boş bir gün ve çok boş şeyler yazıyorum , aslında bu boşluğun temel sebebi odaklanmıyor oluşum eğer dinlediğim şeye ya da kendime odaklanabilirsem eminim yazmaya değer bir şey, yaratmaya ya da yeniden şekillendirmeye değer bir şeyler bulabileceğim, o kadar fazla şeyi silmek istiyorum ki... Delilik... Çok fazla yok etme isteği... Nesnel ve mantıklı bir sebebe dayandırarak adam öldürmek o kadar itici ve yanlış ki, ve o kadar gerçek, ve o kadar umutsuz ve o kadar karanlık, ve acınası , ve zavallı ve duygusuz ve duyarsız ve sahte. Çekiçle çiçek çakmaya başlayacağız yakında, tanrım bu boşluk bu bir şeyler söyleyememenin getirdiği ağırlık, eziliyorum.
Duş aldım ve sonra yatıp uyudum. Gözlerim kapalı ama hala düşünüyorum. Neon renkli balıklardan kaçmaya çalışan cehennem sirenlerine ağlayan otobüslerin aynadaki yansıması fark ederse bana kaçmamı söyleyecek? Yapmalı mıyım? İmgeler yaratmalıyım kendime, arkasına saklanabileceğim imgeler, ama gerçek hayatta değil düşüncede ve sonrada bu imgeleri kırıp atmalıyım ki kendime “ işte sen bu kadar güçlüsün arkasına saklandığın imgeleri kırıp attın” diyebileyim. Bir insan kendiyle yüzleşip yok ederse kendini geriye ne kalır ki. Tanrım kendimden başka neyim var benim, eğer arkasına saklandığım ve beni benden sakladığına inandığım imgeleride yok edersem beni benden kim koruyacak. Korkuyorum, üstelik o pezevenk şairlerin söylediği yapmacık bir korku değil, gerçekten korkuyorum kendimden, anlatamıyorum ne kadar korktuğumu, böyle bir an gelecek sanki, ve ben kendimle yani tam olarak kendimle baş başa kalacağım ve böyle yaratma gücüm tükenmiş olacak, ve ben kendimle o çok rus bulduğum ölüm dansını yapacağım, ve o kadar yorulacağım ki. Birazcık daha güçlü olabilseydim ben, ve sayın ikizim Versilov, yok etme tutkum, birazcık daha ben olmasaydı. Benin benle buluştuğu an da başlayan o saf delilik,o trajedi, kişiliğimin paramparça olması ve kendim diyebileceğim tek şeyin bildiğim anlamda beni yok etmekten başka hiçbir şeye yaramamış olması, yine de utanmıyorum.
Sayın okuyucum, Ben Doğu Kaan Eraslan, gururlu, çirkin, tembel, dengesiz, sorumsuz, bencil ve iyi yürekli bir insanım. On dokuz yaşındayım, üç haftaya falan yirmisine basacağım, sana sunabildiğim tek şey kendi kendime yarattığım gülünç kişiliğimi yok etme oyunlarım ve sıradan bir günüm, her şey için teşekkür ederim.

0 söyleyeceklerim var:

Yorum Gönder

| Top ↑ |