21 Kasım 2009 Cumartesi

....

Otobüse bindim ve düşünmeye başladım…
Eğer böyle ise yeni bir başlangıç. Benim tercihim belli idi. Yeni bir okula gitmenin heyecanını barındırıyordum içimde. Bana ait ama benden uzak…
Bu benim ikinci üniversitem idi. İlkini çeşitli olumsuz koşullar yüzünden bırakmak zorunda kalmıştım. Tekrardan büyüdüğüm şehre geri döndüm ikinci bir şans için. Sırt çantamı dün akşamdan hazırlamıştım. İçinden sadece bir defter, bir kalem ve yolum uzun olduğu için okumak için bir kitap.
Kapıyı kilitleyerek evden çıktım. Evimde benden başka canlı yok. Böcekleri saymazsam. Eğer bana sorsalar okulun gidişatı hakkında tek bir fikrin var mı diye onlara verebileceğim bir cevap yoktu. Kendimi hiçbir şeye hazırlamadan yola çıktım. Her zamanki gibi doğaçlama yaşayacaktım her şeyi. Daha önce yaşadığımda bir avantajı olamadı benim için ama neyse.
Bu sefer biraz da olsa hazırlığım vardı. Okul öncesinde birkaç kişi ile tanışmıştım ve ümit ediyordum ki okulda tanıdık bir yüze rastlayabileyim. Bunun acınası olduğunu hiç sanmıyorum. Tek sorun kendimi yalnız etme düşüncesi ve bir savaşın içine gireceksem bununla tek başıma mücadele etmemdi. Buna ne kadar dayanabileceğim kesin değildi.
Otobüse bindikten sonra düşünmeye daha doğrusu tahmin etmeye çalıştım. Nedense tahminlerim pek doğru çıkmaz. Okulun nasıl bir yer olduğunu biliyordum. Hocaları az çok tahmin edebiliyordum. Asıl çözemediğim olay o kadar kişi arasında nasıl mücadele verebileceğimdi. Sonuç olarak ben tek kişiydim…
…bahçe kapısından içeri girdiğim zaman şöyle bir etrafıma göz atmak oldu ilk işim. Standart okul gibi gözüktü bana ama şunu biliyordum ki okul standart değildi. Seviyenin üstünde bir okuldu. Tablodan adıma baktım sınıfımı öğrenmek için. Çoğu kişi asansörü tercih etse de ben tercihimi merdivenden yana kullandım. Hızlı değildi ama sevdiğim bir yoldu. Son zamanlarda spora zaman ayıramadığım için böyle ufak tefek şeylerle avunuyordum. Kulağımda hızlı tempolu parçayla adımlarım senkron bir biçimde hareket ediyordu. ‘’ Give it away, give it away, give it away, give it away now!.. ‘’
Sınıftan içeri girdiğim anda kendime bir yer kurgulamıştım. En köşe ve kuytu yer. Hayatımın sürekli içinde yer aldığı gibi bir mekan. Bana ait, bana özel ve beni özetleyen. Kimsenin sınıfta bulunmuyor olması gene benim aceleciliğime geldiğimin kanıtıydı. Şimdi yapılacak tek bir şeyin göstergesiydi bu. Keşf-i okul. Okulda bir macera bulacağımı sanmıyordum ama yapmak istediğim daha doğrusu öğrenmek istediğim şey kendime kısa yollar ve kafa dinleyebileceğim yerler bulmaktı. Kimsenin olmadığı. Kendime has özelliğimi kullanmaya başladım. Akla gelebilecek en absürd yerleri keşfetmeye.
Aklıma gelen ilk yerlerden biri müzik bölümü idi. Kendimi ifade edebildiğim yegane yol. Benim bir parçam. Benim hayatımın yarısından fazlasını içinde barındıran anlam.
Biraz kolay olmuştu orayı bulmam. Bu sefer biraz şans gibiydi. Odalardan biri stüdyo olarak kullanılıyordu ve içeride birisi vardı. Yaşının benden küçük olduğunu tahmin ettiğim ama görünüş açısından benimle aynı yaşta gibiydi. O da birisini beklemiyormuş gibiydi. Bunun sonucuna beni gördüğünde aldığı şaşkın ifadeden anladım. Elinden gitarı bıraktı ve ayağa kalkarak bana doğru geldi. Sanırım hayatımın her zaman içinde olacak bir kısım başlıyordu. Tanışma faslı. Bu seferki biraz hızlı olmuş gibiydi. Nedeni biraz meşgul olması olabilirdi belki de.
Asıl yapmak istediğim şeyi unutmak üzereydim ki o çalmaya başlayınca aklıma geldi. Benimde bir şeylere yeteneğim vardı ve şu anda onu kullanabilirdim. Kendisinden gitarı rica ettim. Her zaman dostlarım olmuştu gitarlar. Bu da benin için yeni bir arkadaştı. Yeni bir yüzü ve sesi vardı. Kendimi en kolay ifade edebildiğim bir arkadaş.
Daha sonra iki yeni arkadaşımla kantine gittik. Birer kahveyi hak etmiştik. İlk konuşmalarımızdan anladığım kadarıyla bayağı ortak yönümüz mevcuttu. Tencere ve kapak mevzusu için biraz erkendi ama daha okulda ilk günden ilk tanıştığım birinin benimle kafa dengi olması iyi bir şeylerin başlangıcı olacağına işaretti. Düşünmeye başladım okuldaki herkes böyle kafa dengi olursa ne olur diye. İşte o zaman gerçekten sıkıcı bir yer olurdu. Kimsenin bir özelliği kalmazdı. Özgünlük yok olurdu. Herkes birbirinin kopyası biçimde cirit atardı her yerde.
Bir anlık dalgınlıktan sonra kendimi ona vermeye başladım. Çünkü konu gerçekten sevdiğim bir noktaya gelmişti. Hoş bu kadar benzer olduğum biriyle ne kadar farklı yönlere kayabilirdi ki? Kantin yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Yeni suretler ve yeni insanlar. Bu kişiler benim için ileride ne anlam ifade edecekler hiç bilmiyordum. Ama bildiğim bir şey varsa oda her şeyin iyiye gitmeye başladığı idi. Ya da ben öyle zannediyordum. Şu an için düşünecek o kadar şey varken bunları bir kenara attım. Kendime ve masanın karşına odaklanmam lazımdı.
… ve ikinci hayatımızın içinde yer alan kısım: kısacık veda. Arada gene aynı yerde buluşmaya karar verdik. O dile getirmedi ama ben onunda kendini ifade edebildiği tek yerin orası olduğunu anlamıştım ya da müziği barındıran her yer ve nesne.
Masadan kalkıp asansörü arkada bırakıp merdivenleri çıkarken belki de hayatımın en önemli şeyini gözden kaçırmıştım. Ben göremesemde hissetmişti. Biri asansörün kapıdan çıkmış bizim masamıza doğru gidiyordu. Canım arkama dönüp bakmak istediğimde onu kaçırmıştım. Hiçbir şeyin farkında olmadan sınıfa doğru yol aldım.
Kapıya ulaştığımda kapalıydı. Açmak için kola uzandım ama kendiliğinden açıldı. İşte o oradaydı. Mavi gözleri, buğday teni ve bana sabah güneşini hatırlatan sarı saçları. Benim için o anlık bir anlamı yoktu ama ileride olacaktı. Bilmediğim ve beni tamamen değiştirecek kişi karşımda duruyordu…

0 söyleyeceklerim var:

Yorum Gönder

| Top ↑ |