21 Kasım 2009 Cumartesi

BİLİNMEYEN

‘çırpındıkça battığın bi rüya bu’
Batmak rüya ise, uyanmamak kabus olur. Bilmiyordum ve bilemezdim. Bilinmezliğin bu kadar heyecan verici olduğunu anlamak aslında bu kadar bilinmezlikle dolu olmamalıydı. Gözlerimi, yüzümü silerken takıldı ellerim onun kalbinin içine. Yüzümü silemedim onun kalbindeki gamı söküp çıkarmak isterken ve beceremedim hiç. Hala özlüyor, hala yanıyorduk. Özlemekten saçlarımız havaya uçuşmuştu ve üstelik ne yaptığımızı bile bilmezken, bilemeyecekken. Siyah cigaranın ucundan çıkan duman doldururken ciğerlerimizi, biz en saf havayla doldurmak istiyorduk halbuki yüreğimizi ama buydu bizim çırpınışımız, bizim ne dediğini bile anlamadığımız cümlelerimiz. halbuki bilinmeliydi. Bilinmezliğin bu kadar hayat olduğu. Hayatın aslında bilinmeyen rüyaların faili olan bi çingene yalnızlığından ibaret olduğu. Evet yalnızdık ve ellerimiz tutunmak isterdi birinin saçlarının arasında kaybolan çılgınlıklara. Çünkü çılgındık ve ne yaptığımızı dahi bilmiyorduk. Beceriksizce haykırıyorduk birbirimizin suratına ve medet umuyorduk karşımızdaki yalnızlıktan. Kockaca hayatların bi küçük cam kavanoza sığacak kadar ufalabildiğini görüyor, üzülmüyorduk. Kendi hayatlarımızın ise nereye gideceği hakkında hiç bi fikrimiz yoktu. Gitmek veya gitmemek de ne olacağını bilmediğimiz muammalardı. Ve anlamak için çaba gösteremedik. Benim mecalim yoktu hiç. Onunsa içinde kocaman yanan bir ateşi vardı, hesapsızca içini kavuran. Saçlarından düşler örmek istediği bir sevdiceği. Benimse gidecek yada gitmeyecek bir yerim de yoktu. Saçlarına tutulabileceğim bir sevdiceğim de. Sadece güzel rüyalar görmek için uyumak isterdim. Sadece gökyüzünü görebilmek için uyanmak. Onun kederleri vardı içinde. Düş kırıklığını, cam kırıklarına çevirirdi umarsızca ve acıtırdı avuçlarını. Bense yaralarını beceriksizce sarmaya çalışırdım. Beceremezdim. Beceriksizliğimle alay ederdim. Alay ettikçe kendini kandıran yüzü boyalı bi serseri idim. Doğruyu aramanın ne kadar gerekli olduğunu sorgulamak isteyen yada istemeyen, öylece yürüyüp giden biri idim. Ama başka şeyler de vardı içimde. Gözyaşlarımı tutmazdım, hatta çok ağlardım çoğunlukça. O hep sorardı: ‘neden ağlıyorsun?’ cevabı var ya da yoktu. Cevabı neredeydi, bilemezdim ben de.
Notaların içine yuva yapmaya çalışan küçük çocuklardık. Evcilik oynayan ve oyununda gülen bebekleri olan gönlü kırık çocuklardık. Rüzgarın yuvasını savurmasını istemeyen, gönlü güzel çocuklardık..
‘ey, ötesi?
ötesi hiç.’*

*beşir fuad

0 söyleyeceklerim var:

Yorum Gönder

| Top ↑ |